TARİHİ YORUMLAMAK

Bilmek – Değerlendirmek – Yapmak

Bir toplumun onurlu, güvenli ve müreffeh bir yaşam sürebilmesi için, gerçekleri çok iyi bilmesi, değerlendirmeleri doğru yapması, fikri ve fiziki güç üretmesi şarttır. Akıl ve sezgi yeteneğini geliştirmeyen, bilimi rehber edinmeyenler büyük bedeller ödüyorlar.

18 Mart Çanakkale Deniz Zaferi ve Şehitleri Anma Günü etkinliklerini televizyonlardan izlerken duygulandım, bu arada, aklıma Osmanlı azınlıklarının, “Türkün yasağı bir haftadır” söylemi geldi. Hamasi sözler söyler, törenler bitince her şeyi unutur, seneye bıraktığımız yerden başlarız. Ne oldu, neden oldu, tekrarlanmaması için neler yapılması gerektiğini pek düşünmeyiz. Belki de, her şeyi “kader” sayan bir anlayışımız var. Çanakkale’de, Gelibolu’da iki yüz elli bine yakın, şehit, yaralı, kayıp insanımız var. Bunların bir özelliği de, en genç ve en tahsilli insanlarımız olmasıdır. Tarih bilgimiz ve bilincimiz zayıf olmasaydı, Girit’te yaşadıklarımızdan ders alır, Balkan Harbi fecaatini yaşamayabilirdik.

Balkan Harbi rezaletinden ders alınsaydı bugün Türk Silahlı Kuvvetleri’nin maruz kaldığı muameleye asla izin verilmezdi. Varsa yanlışları düzeltme gereği, yaşamsal bir kurumun tahrip edilmesinin mazereti olamaz.

Bir toplumun onurlu, güvenli ve müreffeh bir yaşam sürebilmesi için, gerçekleri çok iyi bilmesi, değerlendirmeleri doğru yapması, fikri ve fiziki güç üretmesi şarttır. Akıl ve sezgi yeteneğini geliştirmeyen, bilimi rehber edinmeyenler büyük bedeller ödüyorlar.

Bir taratan dün yaşananları tasavvur ederken, bir taraftan da yaşadıklarımızı düşündüm, benzer yönler çok fazla. Bunlarda bazılarını, çelişkilerimiz, yanlışlarımız veya sorunlarımızı olarak dillendireceğim. Belki özeleştiri yapar, belki çözüm arayışlarına gireriz.

* Batı dünyası da, İslam dünyası da, Türk kimliğinden hoşlanmıyor. Kaç parça olurlarsa olsunlar, kendilerini, Amerikan, İngiliz, Alman, Fransız, Arap veya ne iseler öyle tanımlayanlar, “Ne mutlu Türküm” dediğimizde bizi ırkçılıkla suçluyorlar. Onların çifte standartlı ve art niyetli olduklarını düşünebiliriz, acaba bizim de dünden bugüne söylem veya davranış hatamız oldu mu?
* Dünyanın etkin ve zengin kesimleri bizi Ermenilere soykırım uygulamakla suçluyorlar. Adil ve dürüst olmayan bu davranışlarıyla, iki taraflı yaşanmış çileleri göz ardı edip Ermenileri koruyor görünüyorlar, fakat asıl amaçları Ermenileri korumak da değil, dün onları nasıl kullandılarsa bugün de kullanıyorlar, asıl amaçları Türkiye’yi köşeye sıkıştırmak, Türkiye’den bir şeyler koparmak. Beni en çok üzen ise bir asra yakın süredir, bu cendereden kurtulma beceri ve yeteneğini gösterememiş olmamızdır.
* Onurlu bir Avrupa Birliği (AB) üyeliği tercihim olmakla beraber, AB, bize, “sizi istemiyoruz” demiş olsa kızmam, başımın çaresine bakarım. AB’nin Türkiye’ye karşı dürüst davranmadığı, küçük gördüğü çok açık, bu onların ayıbıdır. Asıl sorun yöneticilerimizin tutarsız veya kasıtlı politikalarıyla halkımızı aldatmaları ve karşı tarafa olmaması gereken tavizler vermesidir.
* İçimizdeki bazı gruplar kendilerinin Türk Ulusu içinde yok sayıldıklarını, dışlandıklarını ifade ediyorlar, bazı gruplar da kendilerinin Türk Ulusunun bir parçası olduklarını kabul etmek istemiyorlar. Resmi ‘’açılım” söylemleri bu tespitleri doğrular ve yangına körükle gider nitelikte. Bu görünüm insani boyutu ile çok ayıp, siyasi boyutu ile çok tehlikelidir. Bireylerin, ulusun ve devletin bu konuda sağduyulu ve akıllı davranması yaşamsal derecede önemlidir.
* Türk ulusu yok edilmek üzere iken, büyük bedel ödeyerek, bağımsız, halkın egemenliğine ve evrensel hukuk anlayışına dayalı, laik, demokratik bir cumhuriyet kurdu. Çok zor koşullarda kazanılan bu eserin eksiklerini düzeltmek gerekirken, eksikleri bahane ederek, köklü bir rejim değişikliği peşinde koşmak, yanlıştan da öte idraksizlik ve “gaflettir.”
* Vatan ve devlet kutsalımızdır, vatanın bir çakıl taşını vermemek, devletin varlığını ve bütünlüğünü korumak için, ‘’kınalı kuzu” gençler canlarını verirken, topraklarımızın yabancılara “Babalar gibi” satıldığı, “Devletin malı deniz, yemeyen domuz” anlayışı ile devletin talan edildiği gerçeği, yüz karası bir durumdur, insanlıkla, ahlakla, siyasetle bağdaştırmak mümkün değil.
* Türk ulusunun parçası olan bir kesimin, Arap’ı, “Kavmi necip” diye kucaklamasını, Türkleri, “Etrak-ı bi idrak” diye nitelemesini hangi değer yargısının içine koyacağımı bilemiyorum, en hafifinden kendilerini inkar ettiklerini düşünüyorum.
* Kadınlar, analarımız, eşlerimiz, kızlarımızdır ve çok değerlidirler. ‘’Kadının karnından sıpayı, sırtından sopayı eksik etmeyeceksin”, ‘’kızını dövmeyen, dizini döver” anlayışının ve kızların ‘’başlık” karşılığında veya ‘’berdel” olarak satılmasının, toplumumuzun çağdışı bir gerçeği ve ayıbı olduğunu düşünüyorum.
* Anayasal bir ilke olarak, inancı insanların gönlüne, Osmanlıyı tarihe emanet etmemize rağmen, dış odaklı ‘’Ilımlı İslam” ve ‘’Yeni Osmanlı” projelerini yaldızlayıp önümüze sürüyorlar. Amaç, toplumda, fikri karmaşa, fiili kavga ortamı yaratmak ve Türkiye Cumhuriyeti’nin bütünlüğünü bozup, eyalet-federasyon sistemini yaşama geçirmektir. Bu gerçeği görmemek veya görüp göz yummak, çok ibret vericidir, büyük aymazlıktır.
* İç ve dış odakların etkin olarak uyguladıkları, bizim için çok tehlikeli bir proje de Atatürk karşıtlığıdır. Bu projenin hedefi, bu dünyadan göçmüş olan bir lideri bitirmek değil, Atatürk’ün bu dünyada yaşayan fikirlerini, eserlerini, yarattığı Türklük bilincini ve Laik Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni bitirmektir. “Atatürkçülük ömrünü tamamladı” diyorlar. Atatürk’ü 1920’lerde kalmış bir lider olarak gösterirseniz, bir kısım insanları kandırabilirsiniz, fakat Atatürk’ü gerçek yönü ile tanıyanları kandıramazsınız. Gerçek Atatürk, kendini sürekli yenileyen bir fikir kümesidir. Atatürk, tek kelimeyle çağdaşlıktır. Atatürk’ün benimsediği, vazgeçilmez değerler; İnsan hakları, kadın hakları, bireysel özgürlükler, düşünce özgürlüğü, inanç özgürlüğü, ırk, din, hanedan, cemaat imtiyazlarını kabul etmeyen, halkın egemenliğine, evrensel hukuka dayalı, tam bağımsız, laik, demokratik devlet.

Doğal değişime paralel toplumsal değişim. Yurtta barış, dünyada barıştır. Bu değerlerin ömrünü tamamladığını iddia edenlerin gözü ve gönlü kararmış olmalı. Bugün yaşadığımız yanlışların faturasını Atatürk’e kesmek, yokluk ortamında, iç ve dış düşmanlarla savaşırken uygulamak zorunda kaldığı bazı yöntemleri onun gerçek karakteri gibi göstermek, ömrü yetmediği için yapamadıklarını istismar etmek, tarihi ve kültürel bir değer olarak öne çıkardığı Türklük ve Ulus Devlet kavramlarını ırkçılık olarak nitelemek, insafsızlık, izansızlık, vicdansızlıktır. Atatürk, insan haklarının tüm vatandaşlarının hakkı olduğuna inanan, Ulus Devleti bir ırkın devleti değil, ortak geçmişi olan insanların ortak değeri ve o insanların ortak geleceklerinin güvencesi olarak gören, kazanımlarını ulusuna bırakıp giden, eseri yaşatıldığı sürece, sadece “hatırlanmakla” yetinen, insanlık tarihinde benzeri olmayan bir liderdir. Bütün fesat çabalara rağmen, hiçbir güç, hiçbir kesim, Türkleri Atatürk konusunda aldatamayacaktır, çünkü Türkler varlıklarını Atatürk’e borçlu olduğunun bilincindedirler.

Doğruyu bulmak, doğruyu yapmak meziyet, hatadan dönmek fazilettir. Politika, ne hep kavga etmek, ne de tümden teslim olmaktır, haklarını, bilmek, gücünü geliştirmek, koşulları doğru değerlendirip, kozları dengeli kullanmaktır. Bütün sıkıntılarımıza rağmen çok şeye sahibiz. Gücümüzü, insanlığımızdan, Türklüğümüzden, ulus bilincimizden, haklara saygılı oluşumuzdan alıyoruz. Bize bırakılan değerleri, akılcı ve bilimsel yöntemlerle koruyup daha da güçlendirmiş olarak, gelecek nesillere aktarmak borcumuzdur.
Arayışlarınız, çabalarınız bitmesin.

18 Mart 2010