TARİHİ YORUMLAMAK

Cumhuriyet için “Cumhuriyet” ismi yetmez

İnsanlar, sahip oldukları değerlerin sağladığı mutluluğu doya doya yaşamalılar, bu onların hakkıdır, ancak kutladıkları değerin, sağlıklı olduğunu, yerli yerinde durduğunu ve herhangi bir düzenlemeye gerek olup olmadığını kontrol etmeyi de ihmal etmemeliler.

Cumhuriyetimiz, ulusumuzun sahip olduğu en önemli değerdir. Cumhuriyetimizin mutluluğunu coşku ile yaşamak hepimizin en doğal hakkı, cumhuriyetimizi korumak, geliştirmek, yüceltmek, yaşatmak da, hepimizin en başta gelen görevidir.

Cumhuriyetimiz en önemli değerimizdir, derken diğer değerlerimizi göz ardı etmiyorum. Elbette, çok önemli, yaşamsal, kültürel, siyasi, ekonomik değerlere sahibiz. Cumhuriyet, o değerlerimizi, korumak, yaşatmak, toplumsal düzeni sağlamak için kullandığımız, insan onuruna en çok yaraşan, bir siyasi rejim olduğu için çok değerlidir. Cumhuriyet, bütün kesimleri kucaklayan, üzerinde uzlaşma sağlanmış, toplumun ortak paydasıdır. Cumhuriyet, bir kesimin, siyasi gücü kullanarak, diğer kesimleri sindirme, kendisine benzetme çabalarına, çağdaş demokrasi ve insan haklarına uymayan, tutum ve davranışlarına izin vermeyen bir siyasi sistemdir.

Değişim, doğanın değişmez kuralıdır. Değişimin amacı iyiye, doğruya, mükemmele ulaşmaktır. Bazı insanlar, bazı toplumlar, bilinçli olarak, doğal değişimi tetikleyip, insani ve toplumsal değişimlerini hızlandırır, çağın koşullarını yaşarlar. Bazı insanlar, bazı toplumlar, iyiyi, kötüden, doğruyu, yanlıştan ayırt etme yeteneğinden yoksun oldukları için, değişimden korkar, mevcudu korumaya çalışır, çağın gerisinde kalırlar. İnsanların, toplumların değişime eğilimli veya karşı olmalarının, genetik, coğrafi, iklimsel, kültürel, birçok nedeni vardır. Ancak şu bir gerçek ki toplumları çağın gerekleri doğrultusunda değiştiren, yücelten, refaha, güvenliğe kavuşturan da, toplumların değişmesini engelleyen, geri bırakan, esir alan, ezen de insandır. İnsan görünümlü yaratıklar birbirlerinden çok farklılar, ayırt edilmeleri çok zor, içlerinde melek de “melek kılığına bürünmüş iblis” de var. Yaptıkları işin hangi amaca, kimin amacına hizmet ettiğini kavrayabilmek, insanları tanıyabilmek için bir gösterge olabilir.

Toplumsal yapılar, doğal bir değişimle oluşsa bile, başlangıçta, mutlaka, eksikler, yanlışlar oluyor, bir uyum sağlama süreci yaşanıyor. Devrimlerle oluşan toplumsal yapılarda bu faktörler daha keskin, daha şiddetli ve uyum sağlama süreci daha uzundur, bilinçli ve düzenli bir çaba sarf edilmezse, toplumsal yapı rayına oturtulamaz.

Cumhuriyetimiz bir devrim ürünü olduğu için, sarsıntılı bir süreçten geçmesi doğaldı, ancak, seksen yedi sene sonra, hala cumhuriyeti tartışıyor olmamız ibret vericidir. Bu tabloda, ‘’cahil’’ diye niteledikleri halkı suçlayanlar, bir bakıma haklı görünebilirler, çünkü cumhuriyet halkın değeridir, halkın iradesi ile çalışır, halk sahip çıkmalıdır. Ancak, asırlar boyu, “saltanat” ve “hilafet” telkinleriyle, düşüncelerine ambargo konulmuş halk kitlelerine, cumhuriyet tam ve doğru olarak anlatılmadığı için, halkın, cumhuriyet karşıtları tarafından aldatıldığı gerçeğini görmek zorundayız.

Halk bir tarafa, Cumhuriyet öncesi mevcut siyasi düzenin yanlışlarına inanmış elit kesim bile, cumhuriyete direnmiş, mevcut yapının “tanzimini”, “ıslahını” istemekle yetinmişlerdir. Gönül isterdi ki, süreç içinde, halk çağı tanısın, değişsin, kendini yenilesin, cumhuriyetin kendisi için olduğunun bilincine varsın. Eğer, resmi yönetimler ve cumhuriyetçi gerçek aydınlar halkı aydınlatsalardı, halk, çağdaş değerlerle, karanlık emeller arasında bocalamazdı. Cumhuriyet karşıtlarını ve onların işbirlikçisi “çakma” aydınları küçümsemek hata idi, bu hata şimdi de sürdürülmektedir. İbret tablosunu doğru okuyup, eli taşın altına koymak zamanıdır.

Cumhuriyet ismini taşıyan her siyasi sistem cumhuriyet değildir, kavramın içeriği önemlidir.

Milli Mücadelenin amacına ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş felsefesine göre;

Bizim Cumhuriyetimiz, insanı toplumsal yaşamın merkezine oturtan, laik, demokratik, evrensel hukuk kurallarına dayalı, tam bağımsız, ulusunu, kültürel olarak, çağdaş uygarlık düzeyinin üstüne çıkarmayı hedef edinmiş, güçlü Türkiye’nin siyasi rejimidir.

Sorun, pratikte, bu nitelikleri, tam olarak, yaşama geçirememiş olmamızdır. Bunu yapamayışımızın, hem bizden kaynaklanan, hem de dıştan etkilenen önemli nedenleri var. Dış etkenleri suçlayarak, mağduru oynamak taraftarı değilim, biz, önce kendimizi düzeltip, güçlendirmeliyiz ki, dış etkenleri tanıma ve onları kontrol etme imkanına sahip olalım.

Özetle;

Biz;

*Kendi içimizde, ortak çağdaş bilince erişemedik. Araştırmadık, öğrenmedik, ezberletilenlerin esiri olduk, günümüzü değerlendiremedik, yüzümüzü yarına değil, düne çevirdik, gerçeklerin değil, uydurma nakillerin peşinde enerjimizi harcadık, kendimizi tanıyıp, kendimizi güçlendirmek yerine başkalarına benzemeye çalıştık. Tek kelime ile aldatıldık, aslında aldatılmak bahane, aldandık..

Dış etkenler;

*Siyasi ve ekonomik sömürücü güçler…

Zaman içinde sömürmenin yöntemi çok değişti, fakat sömürü asla ortadan kalkmadı. Sömürücüler, hem Türkiye’yi sömürmek, hem de, güçlü bir Türkiye’nin ezilen toplumlara örnek olmaması için, siyasi, etnik, inanç yönünden, parçalayıp, ekonomik yönden zayıflatarak, Türkiye’yi küçültmek için bütün imkanlarını kullanıyorlar.

*İslam dünyasındaki, din sömürücü, hanedanlar, gruplar, kişiler…

Eğer, laik Türkiye, hem inancını yaşayan, hem de, “Allah’la aldatanları” devreden çıkarabilmiş bir ulus devlet olabilirse, din sömürücülerinin ne saltanatları, ne de varlıkları kalır, kaçacak delik ararlar. O nedenle, Türkiye’yi içten ve dıştan kuşatmışlar, başarılı olmaması için, bilinen ve bilinmeyen, akla gelen, gelmeyen, inanılmaz, çabalar sarf ediyorlar.

*İşbirlikçiler…

Yukarıdaki gruplarla başa çıkmak zor, fakat hiç olmazsa tanınıyorlar. İşbirlikçiler, “melek kılığına bürünmüş iblisler”, bağrımızdaki yılanlar, cumhuriyetin en tehlikeli düşmanları bunlar..

Endişelerim var, fakat ümitsiz değilim. Bu toplum çok daha zor şartlarda Cumhuriyeti gerçekleştirdi. Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana, olmaması gereken hatalarımız oldu. Bir musibet bin nasihatten evladır, umarım yaşadığımız musibetler, uyanmamıza, gerçekleri görmemize vesile olur.

Atatürk, “en büyük eseri” Cumhuriyeti halk için kurdu, halkın dinamik gücü Türk gençliğine emanet etti. Türk gençliğinin, laik, demokratik, evrensel hukuka dayalı Türkiye Cumhuriyeti’ni, bilgili, bilinçli bir tutum ve demokratik yöntemlerle selamete çıkaracağına inanıyorum. İşte o zaman, “tam bağımsız”, “kültürel olarak, çağdaş uygarlık düzeyinin üzerine çıkmak için” dev adımlarla ilerleyen bir ulus devlet olacağız.

Türkiye Cumhuriyeti’ni bize kazandıran, yüce insan, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’e şükran ve minnet duygularımı sunuyorum.

29 Ekim 2010