ÜLKEM – İLKEM

Bilmeden yaşamak

Son yıllarda, Türkiye’ye, dış kaynaklı, iç destekli, “Yeni Osmanlıcılık” anlayışı pompalanıyor. Bilmeden yaşıyoruz… En kötüsü de bilmeden yaşanamayacağını bilmiyoruz…

İnsanların, her şeyi bilmeleri asla mümkün değil, fakat çoğunluk, bilinmesi gerekenleri de bilmiyor. Düşünsel yetenekleri gelişmemiş insanları, eksik bilgi veya kasıtlı düzenlenmiş yalan bilgilerle aldatmak, yönlendirmek çok kolay.

İçimizden kaç kişi, yaşadığımız ekonomik sorunların, iç siyasetteki rezaletin, dış siyasetteki sefaletin, eğitimdeki gericiliğin hesabını sorabiliyor?

Kendisini, karşısındakini, çevresini tanımayan, olması veya olmaması gerekenleri, ön göremeyenler, nasıl hesap sorabilirler ki?

Kötülüklerin karşısında bilgisizler etkisiz kalırken, ezberletilmiş yalan bilgilerle donatılanlar, korkutularak, aldatılarak veya satın alınarak, bir çizgiye getirilmiş olanlar, kötülüğün aleti olurlar.

İnanmak güzel bir duygudur, yeter ki anlayarak, bilerek, doğruya inanılsın, safsataya, hurafeye, yalana değil.

Bugün, dünün devamıdır. Dünü doğru bilmeyen, nereden, nasıl ve hangi özverilerle gelindiğinin bilincinde olmayanların bugünün değerini anlayabilmesi mümkün mü?

Yarın, bugünün devamıdır, bugünü tam bilmeden, olasılıkları, tehlikeleri doğru değerlendirilmeden, yarın için plan yapılamaz, önlem alınamaz.

Bilmeyenler, fikir üretemeyenler, önlem alamayanlar, kendi güçlerini oluşturamayanlar, başka fikirlerin, başka güçlerin esiri olmaktan kurtulamazlar.

Son yıllarda, Türkiye’ye, dış kaynaklı, iç destekli, “Yeni Osmanlıcılık” anlayışı pompalanıyor. Bu tuzağa düşmemek için bilgili ve uyanık olmamız gerekir. Osmanlı, siyasi ömrünü tamamlamış, kendi eliyle, kendisini bitirmiş bir devlettir. Geçmişinde çok parlak sayfaların yanında çok acı sayfalar da var. Tarihçilerin, bilim adamlarının objektif incelemelerinden çıkacak sonuçlardan ders almak gerekir.

“Yeni Osmanlıcılık”, Osmanlı’nın acı sayfalarını örtüp, parlak sayfalarını göstererek, duygusal bir özlem yaratmak, dış ve iç odakların, Türkiye Cumhuriyeti Devleti için kurdukları bir tuzaktır.

Amaçları, Türkiye’yi, Osmanlı’nın yirminci yüzyılın başındaki konumuna sürükleyip, Osmanlı’yı yıktıkları yöntemlerle, şimdi de Türkiye Cumhuriyeti’ni yıkmak. Makyajla, Osmanlı’nın yirmi yüzyılın başındaki durumunu örtüp, şaşaalı dönemi gibi göstermeye çalışıyorlar. Sen aslansın, sen kaplansın, senin Balkanlarda, Kafkaslarda, Ortadoğu’da geçmişin var, oraların sorunlarında rol almalısın diye gururumuzu okşuyorlar. Tabii ki, toprak bütünlüğümüzün ve siyasi yapımızın kendilerinin amaçlarına ters düştüğünü söylemiyorlar.

Yirminci yüzyılın başında Osmanlı ne durumda idi?

– Avrupa’nın paylaşmaya karar verdiği, “Hasta adam”.

– Kapitülasyonlarla, ekonomisi, hukuku, siyaseti esir alınmış bir devlet.

– “Kavmi necibe” boyun eğmiş, “Arapsız yaşayamayacağı” telkin edilen, “Etrak-ı bi idrak” diye nitelenen bir halk.

– Devletin sözünü geçiremediği, ayrıcalıklarla donatılmış, yabancı devletlerin himayesindeki azınlıklar.

– Eyalet sistemi.

– Birinci Dünya Harbinde kendisi için değil, Alman siyaseti doğrultusunda savaşan bir devlet.

– Harbin sonun da, varlığını sürdürmenin ancak İngiliz mandası ile mümkün olacağına inanmış ve sonra onlara sığınmış bir padişah…

Bu koşullardan bir tanesi bile geri getirilse Türkiye temellerinden sarsılır. Yabancıların amacı, Wilson Prensiplerini gerçekleştirmek, Lozan koşullarını olabildiğince Sevr koşullarına dönüştürmektir. Gerçekleri görememe bilgisizliğimiz de, yabancılarla işbirliği yapanların mevcudiyeti de çok acı!

Arayışlarınız, bitmesin. Bilmeden yaşamayın, gerçekleri öğrenin, sonra dilediğinizi yapın.

19 Temmuz 2010