ÜLKEM – İLKEM

Halk oylaması sonrası

Bundan sonra izlenecek yol, geçmişi doğru analiz edip, kırıp dökmeden, ayrışmayı daha da derinleştirmeden, hataları olabildiğince düzelterek, bu krizden en az hasarla, hatta daha da güzeli, ulusal bir kazançla çıkmak için, elden gelen her şeyi yapabilmektir.

12 Eylül 2010’da, anayasa değişikliği için yapılan halk oylamasının sonucu; %58 Evet, %42 Hayır. Tartışılmaz, yasal bir sonuç olduğu konusunda şüpheye yer yoktur. Ancak, bu sonucun toplumsal açıdan ne ifade ettiğini doğru analiz etmek gerekir. Bu bir seçim sonucu değil, bir anayasa oylaması sonucu olduğu için, “evet”ler, “hayır”lar, boykotlar, katılım oranı, rakamsal göstergelerin ötesinde anlamlar ifade ederler.

Anayasa, işlevi ve anlamı itibariyle, devlet ve ulus açısından, çok özel, çok önemli bir belgedir, çağdaş anlayışla uyumlu olmalı, bütün ulusu kucaklamalı, olabildiğince uzlaşmaya dayanmalı, hazırlanması da halk oylamasına sunulması da, kendine özgü usullere uygun yapılmalı. Değişiklik paketinin hazırlanmasında ve halk oylamasına sunulmasında, hem içerik, hem de usul yönünden gerekli hassasiyetlerin gözetildiğini düşünmüyorum. Fakat bugün, bunları tartışmanın pratik bir yararı yoktur. Bundan sonra izlenecek yol, geçmişi doğru analiz edip, kırıp dökmeden, ayrışmayı daha da derinleştirmeden, hataları olabildiğince düzelterek, bu krizden en az hasarla, hatta daha da güzeli, ulusal bir kazançla çıkmak için, elden gelen her şeyi yapabilmektir.

Bugün ülkede, zil takıp oynayanlar da, kara yaslar bağlayanlar da var. Zil takıp oynayanlar, zafer sarhoşluğuyla, ülkenin tek egemen gücünün kendileri olduklarını, her şeyi yapabileceklerini zannederek yollarına devam ederlerse, kara yaslar bağlayanlar, her şey bitti umutsuzluğuyla, batan gemiyi kurtarma çabasına girerlerse, Türkiye, onarımı çok zor, çok büyük yaralar alır. İşte o zaman, bizimkilerin hevesi kursaklarında kalır, asıl bizi bu duruma sürükleyenler zil takıp oynamaya başlarlar.

Ne kendimizi, ne de bir parçası olduğumuz dünyayı doğru tanımıyoruz. Aldanmaya, aldatılmaya müsait bir yapımız var. Yeni dünya düzeninde ‘’Hileli Savaş’’ politikası egemen. Kim, kimdir, ne, nedir, söylenen sözlerin arkasındaki asıl gerçekler nedir, anlayabilmek çok zor. Yeni Dünya Düzeninin mimarları, klasik düşmanlıkları, insani söylemlerle, ortadan kaldırma çabaları sergilerken, amaçlarına ulaşmak için, sinsice, kardeşleri kavga ettiriyorlar. Kullandıkları araç da, gelmiş, geçmiş en çirkef insan söylemi olan yalan.

Yalan bugün ortaya çıkmadı, insanlığın var olduğu günden beri vardı, fakat küreselleşmenin ulaştığı boyutlar yalanı, yeni dünya düzeninde, hileli savaşın, kirli savaşın en etkin silahı haline getirdi. Görünen tehlikeye karşı önlem alma şansı olabilir, ama yalandan korunma şansı yoktur. Çünkü yalancının şeytanı melek gösterme yeteneği var. Özellikle, toplumsal değer yargılarını araç olarak kullanan profesyonel yalancılar hiç teşhis edilemiyor. En ahlaksız yalanlar da, Allah adına söylenenlerdir. İslam’ın Yüce Peygamberinin bile, bazı konularda, ‘’Onu ben bilemem, ancak Allah bilir’’ demiş olmasına rağmen, bir çok haddini bilmez, dünden bugüne, Allah adına ahkam keserek, insanların Allah sevgisini veya Allah korkusunu, o kadar istismar ettiler ki, İslam dünyasının durumu içler acısı. Samimi İnananlar, “Allah’la Aldatanların” elinde oyuncak durumundalar. Kolay olmamakla beraber, yalana karşı korunmanın tek yolu, öğrenmek, aydınlanmak, bilinçlenmek, yalanların pençesinden kurtulup, özgür irade ile hareket edebilmektir.

İçinde bulunduğumuz ortam, geleceğimiz açısından, yaşamsal derecede önemlidir. Temennim, tarafların, özellikle gücü elinde bulunduran tarafın, hırslardan arınması, sağduyulu davranması, gerçekleri görmesidir. Bazıları sanıyor ki, bu bizim içimizdeki bir savaştır, kesinlikle hayır. Bu, Atatürk’ün ateşlediği, Türk Kültürünü, Batı kültürü ve Ortadoğu kültürü içinde eriterek yok etmek isteyen, hileli savaş mimarlarının bizi içine attığı küresel bir savaştır. Kendilerinde olağanüstü bir güç olduğunu vehmedenler dahil, hepimiz bu savaşın piyonlarıyız. Kimse kendisini masum, karşı tarafı suçlu ilan etmesin, yaşadığımız krizde, bütün tarafların, amaç, içerik, şekil ve çaba yönünden büyük hataları var. Şu çok iyi bilinmeli ki, ne seni, ne beni, ne de onu, tek başımıza, bu topraklarda egemen bir güç olarak yaşatmazlar. Ama BİZ, hep beraber, Batının ve Güneyin himayesine girmeden, onlarla karşılıklı işbirliği içinde, bu toprakların sahibi olarak, onurumuzla yaşayabiliriz. Bu savaşı kaybettiğimiz zaman, sadece biz yanmayacağız, torunlarımız da yanacak. Ben geçmişteki bazı insanları, ülkeye getirdikleri felaketler nedeniyle, nasıl lanetliyorsam, bu savaşı kaybedersek, gelecek nesiller de, belki bizi bulup yakamıza yapışamayacaklar, fakat bizi rahmetle değil, lanetle anacaklar.

Tuzağa düşmeyelim! Bu ülkede, inanç özgürlüğü, düşünce özgürlüğü, çağdaş insan hakları, bireylerin vazgeçilmez hakkı olmalı; kim kendisini ne hissediyorsa o olduğunu serbestçe seslendirebilmeli, ancak, “Evrensel Hukuk” temellerine dayalı, laik, demokratik Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nden, ülkenin bütünlüğünden, ulusun birliğinden ödün verilemeyeceğinin bilincinde olmamız şarttır. Parçala yönet, parçala yut, stratejisinin uygulandığı hileli savaşın içinde olduğumuzu göremiyorsak, Allah biz acısın!

Atatürk, Allah’ın Türk ulusuna bir ihsanı idi. Allah’ın laneti, Atatürk’ü topluma olduğundan başka türlü tanıtanların üzerine olsun. Atatürk bir kalıp değil çağdaşlıktır. O, çağdaş insani değerlerin bir numaralı savunucusu idi. Atatürk, hiçbir şeyi kendisi için yapmadı, her şeyi ulusu ve devleti için yaptı, eserlerini bitip tükenmeyen bir güç olan Türk gençliğine emanet etti. Bugüne kadar ihmali, eksiği, yanlışı olmuş olsa bile, Türk Gençliği’nin sorumluluğunun bilincine varacağına inanıyorum. Türk Gençliği, Atatürk’ü aramayacak, içinden milyonlarca gerçek Atatürkçü çıkaracaktır.

Devlet ve ulus gemisini, çağını tanımayanların, bireysel çıkarını ön planda tutanların, rahatından vazgeçmediği için vatandaşlık görevini yerine getirmeyenlerin, teorik laf ebeliğinden başka meziyeti olmayanların, yalan söyleyenlerin eline teslim etmek istemeyen, çağın değerlerini özümsemiş, Atatürk’ü doğru anlamış, yalan söylemeyen, Ulusu kendisinden daha çok sevenler ellerini taşın altına koymalılar.

Aydınlanmış, bilinçli bir düşünce yapısıyla gerçekleri arayışınız ve gerektiği kadar sorumluluk üstlenme çabalarınız daim olsun.

20 Eylül 2010