DUYGULAR VE GERÇEKLER

Görebilmek

‘’Beni görmek demek, kesinlikle benim yüzümü görmek demek değildir. Benim düşüncelerimi ve duygularımı anlıyorsanız ve sezinliyorsanız bu yeterlidir.”

Atatürk böyle diyor….
Düşüncelerinin ve duygularının, anlaşılmasını, yeterli görüyor.

Bir şeyi yapabilmek için, onu, anlamak, gereğine inanmak ve yaparken karşılaşılacak zorluklara katlanmayı göze almak gerekir.

Atatürk diyor ki; “Eğer benim duygu ve düşüncelerimi anlarsanız, benim amacımı, o amaca ulaşmak için çektiğim sıkıntıları anlarsınız. Sonra, eğer bana inanırsanız, her türlü zorluğu göze alarak, benim bıraktığım yerden siz devam edersiniz.”

Atatürk’ün duygu ve düşüncelerini anlayamadık ki, getirmek istediklerinin önemine inanalım ve o değerleri kazanıp, korumak için, fedakarlığı göze alalım. Bir daha deneyelim, Atatürk’ü anlamaya çalışalım.

Atatürk diyor ki;
Amacım, ulusu yüceltmektir…
Sizden beklentim, beni anlamanız ve yaptıklarımı, tamamlayıp, geliştirmenizdir….
Ben, sizin için, çalıştım, siz de, kendiniz için çalışın, hedef, sizin refahınız, mutluluğunuz, geleceğinizin güvence altında alınmasıdır…. Hedef, Türk Ulusu’nun, kültürel olarak, önce, çağdaş uygarlık düzeyine ulaştırarak, geri kalmışlığı ortadan kaldırmak, sonra da durağan olmayan bu çizginin üstüne çıkmak, çağdaş kültüre önderlik edebilmek için bütün yetenekleri ile, bütün gücü ile çalışmaktır..

İçinde bulunduğumuz ortamda, bir kere daha, kendimizi sorgulamamız gerekir. Acaba, o büyük insanın duygu ve düşüncelerini anlayabildik mi? Anlayabildiklerimizin ne kadarını yaşamımızın bir parçası haline getirebildik? Anlayamayışımızın ve anladıklarımızı yaşama geçiremeyişimizin önündeki engeller nelerdir?

Anlayabilmenin ön şartı, görebilmektir… Gözle görmek, insanların ve hayvanların sahip oldukları fizyolojik bir yetenektir. İnsanlar, aynı zamanda, akılla da görme yeteneğine sahiptir. Bir hayvan ağacı görünce, toslamamak için etrafından dolaşır. Bir insan ağacı görünce ona toslamamak için etrafından dolaşmakla yetinmemeli, ağacın güzelliğini, türünü, ortalama kaç yaşında olduğunu, oradaki varlığının nedenini, misyonunun devam edip etmediğini de, düşünebilmeli. Böyle yapmıyorsa, ‘’trene bakar gibi” bakıyor, bakıyor görmüyor, görüyor anlamıyor demektir.

İnsan, bakan, gören, anlayan, değerlendiren, sonuç çıkaran, ona göre eyleme geçen bir canlıdır. Ağaçları korumak, hem insan, hem de doğa için, hayati önem taşıyan bir anlayıştır. Fakat, sadece, şeklen bu anlayışa uymak için, kurumuş bir ağacı muhafaza etmek düşünen bir insanın değil, ezberci bir insanın işidir. O anlayışı özümsemiş insanlar, her ne sebeple olursa olsun, kuruması önlenememiş bir ağacı kesip, yerine yenisini dikmeliler. Bu bir kültür meselesidir, kültürler de canlıdır, değişirler, yenilenirler. Kültürel değerler korunmalıdır, ama misyonunu tamamlamış gelenek ve uygulamaların yaşamdan çıkarılması da kaçınılmazdır.

Toplumsal yaşamın vahşi koşulları insanları, öncelikle, günlük temel ihtiyaçları temin etmeye zorladığından, yarının düşünülmesi ve önlem alınması başarılamıyor. Birikerek ve büyüyerek gelen sıkıntıları aşamayan insanlar, ‘’Kaderim böyle imiş” diye teslim oluyor. Bu durumun, bir kader mi, yoksa bir ihmal veya hata mı olduğu, neden bir kısım insanların hep kötü kaderli, bir kısım insanların ise, hep iyi kaderli oldukları sorgulanmadığı için, bazılarının kötü kaderi yedi göbek sürüp, gidiyor.

Bu, bir düşünsel görebilme eksikliğidir. Bu eksikliğin sorumlusu kim? Asırların nakilci telkinleri ile insanları bu duruma sokanlar mı, yoksa bu durumdan kurtulmak için bir çaba sarf etmeyenler mi? Tabii ki, ikisi de suçlu ama büyük suçlu, insanları sömürmek için karanlıkta bırakanlardır.

Toplumda üç grup insanın olduğunu, düşünüyorum.
Birinci grup; insanları uyutup, uyuşturup, sömürenler….
İkinci grup; uyutulup, uyuşturulup, sömürülenler….
Üçüncü grup; bu iki grubun dışında, kendilerini sömürülmekten kurtarmış fakat, sömürülenlerin acı manzarasını, ilgisiz ve sorumsuzca seyredenler.

Sömürücülerin sayısı azaltılabilir, fakat tamamen ortadan kaldırılamazlar, onlar yedi başlı, yedi canlı canavarlardır.

Sömürülenler düşünsel olarak, eksik insanlar, bir anlamda düşünsel körlerdir ve sayıları fazladır. Bunlara yardım etmek şart. Yardımcı olmanın yolu, onlara acıyarak balık vermek değil, balık tutmasını öğreterek, hem günlük olarak karınlarını doyurmalarını hem de geleceğe dönük, kendilerini korumalarını sağlamaktır.

Toplumsal sorunlar bir tek yol ve yöntemle çözülmez, hem düşünsel körlere, hem de, onları acımasızca sömüren canavarlara dönük çaba sarf etmek zorunludur. Bugün paçasını kurtarmış görünen insanlar, sömürülenlerin kurtarılması için gayret göstermezlerse, bir gün sömürülme sırasının kendilerine geleceğinden hiç şüphe etmesinler. İnsanları, adam etmeye çalışmak, zavallılara yardım etmek, kötülerle mücadele etmek, imana dayalı bir ibadettir ve bana göre şekli ibadetten önce gelir.

Batı’nın maddi zenginliğine ve insani değerlerine imreniyoruz, o değerlere sahip istiyoruz. Ama, bilmemiz gerekir ki, onlar bu duruma büyük bedeller ödeyerek geldiler. Asırlar boyu kilisenin ve siyasi gücün boyunduruğu altında ezildiler. Karanlık içindeydiler. İçlerinden erken uyananlar, bana ne demeden, sıkıntılara katlanarak, toplumu aydınlatmaya çalıştılar ve aydınlattılar. Bedel ödenmeden, hiçbir şey elde edilmiyor. Hedef büyük olunca ödenen bedel de büyük oluyor. Onlar bu büyük bedeller ödediler, kazandılar, şimdi keyfini sürüyorlar ve yazık ki, bugün, bizim de içinde bulunduğumuz, dünyanın bir kesimine hükmediyorlar. Bu durumu göremeyeceksek, bu durumdan ders almayacaksak, kim bize yardım edebilir?

Köklü bir ulusuz… Denenmiş ve başarıya ulaşmış bu yöntemi, biz niye uygulayamıyoruz? Yaşadığımız mekanların perdelerini açıp, güneş ışığıyla, camlarını açıp, temiz havayla kucaklaşmanın yararını anlamışız ve bunu yapıyoruz. Benzer şekilde, kafalarımızın içindeki perdeleri açarak, aydınlık düşüncelerle, çağdaş değerlerle kucaklaşmanın yararlarını niye görmüyoruz? Bunu niye yapamıyoruz? Düşünsel aydınlık, bize önce benliğimizi tanıma ve özgürlüğümüzü kazanma fırsatını verecektir. Sonra, başkalarının güdümünde değil, kendi özgür irademizle, istediğimiz şekilde hareket etme imkanımız olacaktır.

Bunu başarmak için, batıdaki örneğine benzer şekilde, entel geçinenlere değil, gerçek aydınlarımıza, büyük bir görev düşmektedir. Aydın düşünceleri ile başkalarını da, aydınlatmak. Her türlü zenginliğin, olmayanlara ödenmesi gereken bir borcu vardır. İnanç açısından da, ahlak değerler açısından da bu borcun ödenmesi şarttır. Bunu idrak etmeyenlerin, aydın olmaları bir tarafa, insan oldukları bile tartışılır.

Aydınlarımıza kucak açarken taklitlerinden sakınmamız gerektiğini, önemle vurgulamak zorundayım. Güven duygusu, insanın aldanmasına/aldatılmasına yol açmaktadır.

Türkiye’nin kurtarıcıları, Türkiye’nin gerçek aydınları olacaktır. Kariyer sahibi gerçek aydınları elbette alkışlıyorum, ama aydın olmak için mutlaka kariyer sahibi olmak gerekmediğini düşünüyorum. Aydınlık, bilginin, sorgulamanın, değerlendirmenin, sorumluluk taşımanın ve kısaca adam gibi adamların ürünüdür.

Atatürk’ün düşüncelerini ve duygularını anlamış, Türkiye’yi seven, Türkiye’ye hizmet etmek isteyenler;
Önce kendilerini olduklarından daha aydınlık duruma getirmeliler. Mumun, gaz lambasının, elektrik ampulünün, projektörün aydınlatabildikleri alanlar farklıdır.

Sonra, gücünü hiç küçümsemeden, yer ve zaman faktörlerine bağlı kalmadan, çevresini aydınlatmaya çalışmalılar. Ülkenin yararına olduğuna inandığı konularda sorumluluk üstlenmekten kaçınmamalılar. Teorik doğruların yanında Türkiye’nin kendine özgü gerçeklerinin olduğunu kabul etmeliler. Karşılaşacağı zorluk ve olumsuzluklara rağmen, ümidini hiç yitirmeden çabalarını sürdürmeliler.

Adam olan herkesin, insan için, doğa için, ülkesi için, yapabileceği bir şey mutlaka vardır.