ÜLKEM – İLKEM

Düşünme – Değerlendirme

13 Ekim 2011

Çok sıkıntılı bir süreçten geçiyoruz, bazı konular bıçak sırtında, Türkiye bir anda kendini hiç istenmeyen ortamlarda bulabilir. Doğru düşünmek, doğru değerlendirmek ve doğru hareket etmek hayati önem taşıyor. Bu çalışmayı yaparken on sene önceki bir yazıma rastladım, önce onu kısaltarak aktarıp sonra, bugünün olaylarını değerlendirmeye çalışacağım..

*

30 Aralık 2002

Türkiye zor günler yaşıyor. Aslında kolay günler yaşadığımızı da hatırlamıyorum.

*Açlık, hukuksuzluk, hortumculuk, siyasi ve dini bağnazlık, fanatizm, anarşi ve terör… Genelde kendimizden kaynaklanan iç sorunlarımız.

*Müdahale, yönlendirilme, dışlanma, horlanma, bir yerlere sürüklenmemiz, girmek istediğimiz bir yerin kapılarının kapatılması… Genelde dış güçlerin kotarıp bize dayattığı sorunlarımız.

Düşünüyorum, sorunlarımızda bizim hata payımız ne kadar, dış odakların payı ne kadar? Elbette dışarıdan gelen çok kötülük var, ama hatanın büyüğü bizde. En büyük eksiğimiz, kendimizi, konumumuzu ve bize yönelik doğal ve siyasi tehditleri iyi tanımıyoruz. Aldanıyoruz, kandırılıyoruz, kendimizi ve çevremizi, bazen, olduğundan daha fazla abartıyor, bazen de olduğundan fazla küçümsüyoruz. Kendine güvenmek aranılan bir niteliktir fakat gerçekçi olunmaz, ölçü kaçırılırsa, hesaplanamayan risklerle karşılaşılır. Hem coğrafi konumumuz, hem de tarihi geçmişimiz itibarıyla hassasiyetlerimiz var. Şunu çok iyi bilmeliyiz ki, hiçbir dış güç veya dış odak, kesinlikle, güçlü bir Türkiye istemiyor. Bugüne has değil, dün de böyleydi. “Tam Bağımsız Türkiye’’ yerine, ekonomik, teknolojik, askeri ve siyasi bakımdan kendilerine bağımlı, amaçları doğrultusunda kullanabilecekleri bir Türkiye istiyorlar. Siyasetin gerçeklerini göz ardı edemeyiz, herkes önce kendi çıkarını düşünür, konumlarımız değişse benzer şeyleri biz de onlar için düşünebiliriz.

Bizim, devlet ve ulus olarak kendimize çeki düzen vermemiz şart. Çevremizle doğru ilişkileri sürdürürken, gücümüzü artırma, dışa bağımlılığımızı azaltma, “Yurtta barış, Dünyada barış” anlayışını siyasetimizin temeli yapmak zorundayız. İçte birlik ve beraberlik olmazsa dışa karşı güçlü olunamaz. Dış güçlerin bizim için, “Böl ve Yönet’’ çabasına girmesine gerek yok, biz zaten kendimizi parçalara ayırmışız, onlara sadece istedikleri zaman, işlerine gelen parçayı kullanmak kalıyor. Bir gün, nüfusumuzun %98’i Müslüman diye övünüyoruz, ertesi gün birbirimizi inançlarımızdan dolayı suçluyor veya dışlıyoruz. Bir gün, Türk Ulusu’ndan söz ediyoruz, ertesi gün, ülkede en az on etnik grubun varlığını öne sürüp, geride Türk bırakmıyoruz. Etnik yapının Allah’ın takdiri, inancın, kişinin tercihi ve temel insan hakları olduklarını bir türlü içimize sindiremedik. Karşılıklı sevgi, saygı ve güveni öldüren, birlik ve beraberliği bozan davranışlar ne akıl ve mantıkla, ne de insani değerlerle bağdaşır. Akıl Allah vergisi bir değerdir, bilgi ile geliştirilip, iyi ahlakla doğru yolda kullanılırsa birçok sorunu çözer. Gerçekleri görüp, ortak akılda buluşmamız ve anlaşmamız şart. Gelin, dünü ve bugünü doğru öğrenelim, doğru değerlendirelim, konuşalım, anlaşalım ve geleceği doğru planlayalım. Bunu yapabilmek için tek ihtiyacımız, adam gibi insanlardan oluşan bir toplum olmamız ve başımıza “ehil”, “kamil”, “erdemli” yöneticileri getirmektir. Bunları yapabileceğimize inanıyorum, yeter ki güdülmeden, kendi irademizle hareket edebilelim.

30 Aralık 2002

*

Bugünü tanımlarken de aynı şeyleri düşünüyorum, yazık ki, güdülmeden kendi irademizle hareket edebilme yeteneğine ulaşamadık.

Bugünkü sorunları tek tek sıralamaya çalışacağım. Her biri hakkında çok şey yazılabilir, yazılmalı da, fakat bu yazı kapsamında özetle sıralamak zorundayım.

*İsrail…

Görünen maddi gücünden daha büyük bir güce sahiptir. Arkasında ABD var. Siyaseti gereği yaptıklarının çoğunu, insani açıdan onaylamak mümkün değil. Uluslararası siyasi kuralları en çok ihlal eden, fakat Uluslararası güçler tarafından en az yaptırım uygulanan bir ülke. Siyasette güncelliğe, duygusallığa yer vermeyen, sorunlarını uzun vadeye yayan, çözüm için her yolu kullanan bir yapısı var. Umulmadık yerlerde açıkça bilinen veya görülmeyen, eli, gözü, kulağı var. Şu sıralarda aramızdaki ipler kopma aşamasına gelmiş durumda, çok dikkatli olmak şart.

*İran…

Siyasi sınırımızın en eski olduğu komşumuz. Köklü bir kültüre ve zengin petrol yataklarına sahiptir. Geçmişten gelen ortak ve benzer yanlarımız olmasına rağmen siyasi rekabet içindeyiz. Nükleer silaha sahip olması, bölge için bir tehdittir. Şah döneminin bitişinden beri ABD ile sürtüşme halinde. Şimdiki önemli sorun nükleer silahı. ABD, İsrail’in nükleer silahını görmezden gelip, nükleer silaha sahip diye Irak’ı vurdu, sonra yanılmışım dedi. İran için ne zaman, ne yapabilir, belirsiz. Yapacağı her şey mutlaka bizi de etkileyecektir, çok temkinli olmalıyız.

*Kıbrıs Rum Yönetimi…

AB’nin bir maşasıdır… Londra ve Zürih anlaşmalarına rağmen, Kıbrıs Rum yönetiminin AB’ye alınması, AB’nin samimiyetsizliğini ve o günkü T.C. yöneticilerinin gafletini gösterir. Rum yönetimi gibi değil, AB’nin bir parçası gibi bakmak zorundayız.

*Ermenistan…

Arkasında Batı, özellikle, Fransa var. Osmanlı’nın sadık tebaası iken kandırılıp devlete isyan ettirildi. İki taraf da acı olaylar yaşadı. Bugün ‘’soykırım’’ söylemleriyle yine Ermeniler kandırılıyor ve bize karşı kullanılıyorlar.

*Libya…

Kaddafi’yi savunmak mümkün değil, kralı devirmiş kraldan beter kral olmuş biri. Ancak, Kaddafi son bir iki yılda bu duruma gelmedi. Yakın geçmişte Avrupa’nın büyük devletleri onu kendi ülkelerinde özel çadırını kurdurarak ağırlamışlardı, ne değişti de, birdenbire Libya’ya yüklendiler? Biz niye Batılıların safında yer aldık, Cezayir’in bağımsızlık savaşında, bugün bizim kuyumuzu kazan, Fransa’nın yanında yer aldığımız gibi. Libya’daki savaş, insan hakları ve demokrasi maskesi altında, doğal kaynaklarını paylaşma savaşıdır.

*Suriye…

En uzun kara sınırımız olan komşumuz… Baba Esat döneminde siyasi ilişkilerimiz iyi değildi. Abdullah Öcalan’ı yıllarca barındırıp, kullandılar. Oğul Esat döneminde o kadar sarmaş dolaş olduk ki, nerede ise ortak bir yönetim oluşturma aşamasına geldik. Bugün ise, Rusya ve Çin’in vetosuyla BM’nin müdahale kararının önlenmesine rağmen, Dışişleri Bakanının, ifadesine göre, gerekirse, biz müdahale edebilirmişiz. Devletlerin ilişkisi bu kadar kısa dönemde bu kadar zıtlaşır mı? Ya dün yanlıştık bugünü göremedik ya da bugün bazı kararlar bize dikte ettiriliyor. Irak’ın kuzeyinde özerk bir Kürt Yönetimi oluşturulmuş durumda, şimdi de Suriye’de özerk bir Kürt Bölgesi oluşturup, ileride ikisini birleştirerek Akdeniz’e kapısı olan bir Kürt devleti mi kurulmak isteniyor?

Batının Orta Doğu’daki çıkarlarını İsrail tek başına koruyamadığı için, ikinci bir Kürt-İsrail mi yaratılmak isteniyor, çok iyi anlamamız, çok dikkatli olmamız şart. Suriye’de yapılacak her şey bizi çok etkileyecektir.

*PKK…

Takriben otuz yıldır Devletimizin ve Ulusumuzun baş belası. PKK’nın bugünkü duruma gelmesinde dış güçlerin önemli bir payı olmakla beraber, en büyük pay otuz yıldır Türkiye’yi yönetenlerin basiretsizliğidir, gafleti ve hatta bir kısım bilinçli davranışlarıdır. Bugün yalnız PKK yok, aynı zamanda, KCK var, İmralı var, Kandil var, BDP var, aşiret ve tarikatları var. Dışarıdan da desteklenen bu hareket karşısında, İktidarın, muhalefet partilerinin, entel takımının ve sade vatandaşların durumlarını tam değerlendiremiyorum, düşünceleri örtüşüyor mu, yoksa her biri bir telden mi çalıyor.

Her türlü insan hakkının her insanın hakkı olduğuna inanıyorum. İnsan hakları maskesi altında T.C. Devleti’nin yapısının değiştirilmesine ve bölünmesine çok karşıyım.

*Füze Kalkanı Projesi…

Masum gösterilmeye çalışılan tehlikeli bir proje. Daha önce ABD projesi olarak, Polonya, Çekoslovakya topraklarında kurulmak istendi, büyük tepkiler karşısında kurulamadı. Şimdi NATO projesi olarak radarlarının Malatya bölgesinde konuşlandırılması için anlaşma imzalandığı söyleniyor. Projenin kimi, kime karşı koruyacağı gizlenmek isteniyor, am şu anda bölgede görünen tek tehdidin İran, korunmak istenen tek hedefin de İsrail olduğu açık… Biz, şu anda, hedef değiliz, ancak proje bölgemizde hayata geçirildiği anda birinci öncelikli hedef o radarlar, dolayısıyla biz olacağız. Radarların bir başka tehlikesi de, içimizde sürekli ve etkin, yabancı bir istihbarat ajanı olacağıdır. NATO projesi olması fazla bir anlam taşımayacak, çünkü NATO üyesi ülkelerin de birbirlerinden saklamak zorunda oldukları sırları var.

Çok dikkatli olmamız gerekir, bu bir nevi kapitülasyon anlaşmasıdır, geri alınması çok zordur.

Bir başka çelişki de, bir taraftan İsrail’le ipleri koparma aşamasına getirirken, öte yandan İsrail’i korumak için kendimizi riske sokuyoruz… İsrail Mavi Marmara olayı nedeniyle özür dilemedi ama bu projenin gerçekleşmesi için özür bile dileyebilir.

*Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK)….

TSK ile ilgili doğrudan veya dolaylı yaşanan olaylar çok acı ve sonucu çok tehlikeli olabilir.

Hiçbir zaman darbelere sıcak bakmadım, olduğu zaman da, yazık oldu, keşke olmasaydı, diye üzüldüm. İsmet İnönü TBMM kürsüsünden yaptığı bir konuşmada, mealen, ‘’Koşullar gerektirirse darbeler meşru olur’’ derken darbeleri savunmadı bir gerçeği dile getirdi. Demokrasinin beşiği İngiltere dahil, örnek demokratik ülkelerin hiçbirinde, siyasi gücü elinde tutan soyluların ve din baronlarının ve zorbaların, halkın demokratik haklarını, kendi rızalarıyla, barış içinde halka teslim ettikleri görülmüş değil. TSK iki defa yönetime el koydu, ilk fırsatta sivillere devretti.

Silivri’deki davaların ne belgelerini gördüm, ne de hukuk uzmanıyım. Ancak her yasal işlemin adil olmayabileceğine inanıyorum. Bunun dünyadaki örneklerini okudum, ülkemizdeki bazı uygulamalarına da, şahit oldum. Umarım davaların savcı ve hakimleri adaletin tecellisi için, kimseden emir almadan, vicdani değerleri ve Allah korkusu ile hareket ederler.

TSK, kurum olarak, Türkiye Cumhuriyeti’nin temel direğidir. Suç işlemişlerse kişiler cezalandırılır ama TSK cezalandırılamaz, cezalandırılmamalıdır. Balkan Harbi, bizim açımızdan tam bir faciadır, müsebbipleri de düşmanlarımızın ziyade bizim yöneticilerimizdir.

TSK, Türk ulusunun gözbebeğidir, dünyada benzeri de yoktur. İster içinden ister dışarıdan, TSK’yı yıpratanları bu ulus hiçbir zaman affetmez, affetmeyecektir.

*Yeni Anayasa….

Hararetle yeni bir anayasa yapma çabası içine girildi. Hiçbir itirazım yok, mevcut anayasanın benim de doğru bulmadığım maddeleri var, ancak mevcuttan daha az sakıncalı bir anayasa yapabilecek miyiz, yoksa çok daha büyük sorunlar mı yaratacağız konusunda endişelerim var.

Anayasa, toplumsal bir sözleşmedir, üzerinde ne kadar fazla görüş birliği sağlanırsa, içeriği ne kadar evrensel değerlerle doldurulursa, teorik olarak, o kadar mükemmel bir anayasa olur. Kalkınmış birçok ülkenin anayasası bir hayli yaşlı, bir kısım çağdaş değerleri yazılı olarak ihtiva etmeyebilirler, hatta İngiltere’nin yazılı bir anayasasının olmadığı bile söylenir ama o ülkelerin insan haklarını yaşamadıkları söylenemez. Niyet önemli.

Türkiye’de bir kısım siyasiler ve bazı enteller, yıllardan beri, mevcut anayasayı asker yapısı diye suçladılar, ezberlerini hala sürdürülüyorlar. Bunların çoğu da o anayasaya onay verip, hazırlatanlara alkış tutanlar. Otuz yılda şu kadar değişiklik yapıldı, nedense, anayasa bir türlü sivilleşmedi. Siyasilerimiz, becerip yapamadıklarının mazereti olarak, oynamaya gönlü olmayan gelinin “yerim dar” demesi misali, anayasayı öne sürüyorlar. Bir zamanlar, insan hakları ağırlıklı bir anayasamız vardı, “bu anayasa çok bol, bununla ülke yönetilmez”, diye feryat edildi, şimdi de, onun yerini alan anayasayı, “bu anayasa insan haklarını kısıtlıyor, çok dar’’ diye feryat ediliyor. Her iki haykırışın da haklı yanları olabilir, eğer yöneticiler erdemli olsalardı, iyi niyetle, mevcut noksanları gidermek için çaba gösterirlerdi. Demek ki, onların amacı yanlışı düzeltmek, eksiği tamamlamak değil, kafalarındaki devlet yapısını gerçekleştirmektir. Laik T.C. Devleti’nin, din hizmetlerini yürütmekle görevli, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın konumunu, görev ve yetki alanlarını, mevcut anayasaya rağmen, çok değiştirdiler. Kanun hükmünde kararnamelerle, Milli Eğitim Bakanlığı’nın temel yapısını da değiştirdiler, ama yeterli bulmuyorlar…

Sayın Cumhurbaşkanı, TBMM’de, yasama yılını açış konuşmalarında, mealen, “Yani Anayasa hiçbir ideolojinin mührünü taşımamalı, Milletin mührünü taşımalı’’ dedi. Alkışladığım bir cümle, elbette yeni anayasa “egemenliğin kayıtsız şartsız sahibi olan ulusun’’ mührünü taşımalı. Ancak, burada iki hususa açıklık getirilmeli.

Birincisi; Doğal olarak, toplumu kanaat önderleri yönlendirirler, ulusa mührünü bas veya basma diye telkinde bulunacak kanaat önderleri kimler? İran’ın Humeyni’sinin benzeri kanaat önderlerinin yönlendirmesi ile bastırılacak mühür Türkiye’yi karanlıklara sürükler.

İkincisi; Hiçbir ideolojinin mührünü taşımamalı derken ima edilen ideolojiler içinde “Atatürk İlke ve Devrimleri’’ de var mı? Şüphe etmek de haklıyım, çünkü yeni anayasada Atatürk İlke ve Devrimlerinin, “Türk’’ sözcüğünün yer almamasını açıkça söyleyen fanatikler var.

Şundan emin olmalıyız ki, eksiklerimize rağmen, bugün, İslam dünyasının ve Ortadoğu’nun en çağdaş devleti ve ulusu isek, bunun tek nedeni Atatürk’ün gerçekleştirdiği devrimler ve bize telkinde bulunduğu ilkelerdir. Bazıları vatandaş olmayı içlerine sindiremediler, tebaa olmayı tercih ediyorlar. “Atatürk Devrim ve İlkeleri”nin ortadan kaldırılması Türkiye’nin teslim olması demektir.

En büyük dileğim, “erdemli” insanlarımızın halkımızı doğru yönlendirmeleri, halkımızın da üstün sezgileriyle, doğruyu bulup, kendi yaşamını, torunlarının geleceğini ve ulusun onurunu ipotek altına sokmamasıdır…

Atatürk’ün Devrim ve İlkelerini yasalarla korumak yerine, bir kültür olarak özümseyip yaşamımızın bir parçası haline getirdiğimiz gün, ‘’Ulus olarak çağdaş uygarlık düzeyinin üzerine çıkmış olacağız.’’ Her türlü zorluğa, engellemelere, şeytanca aldatmalara rağmen, hiç ümidimi yitirmedim, kendimizi ispatlayacağız.

Aslında günümüzün sorunları bunlardan ibaret değil; adil ve hızlı yargı sorunu, eğitim-öğrenim sorunu, ekonomik sorun, işsizlik sorunu, sağlık sorunu, kadına şiddet sorunu var.

Eksik yanlarımız olsa da, insanlarımızın özünde çok güzel, çok iyi vasıflar var. Geç de olsa, yanlışları görürler, iyi önderlerin peşinden giderler, özverilidirler, vefalıdırlar, kendisine hizmet edenleri hiç unutmazlar, kendisini aldatanlardan er geç hesap sorarlar.

Yöneticiler yaptıklarını güncel kılıfa uydurabilirler, ama gün gelir torunları bile kendilerinden yüz çevirirler, ülkemizde örnekleri var. ‘’Dedesi koruk yemiş, torununun dişi kamaşmış’’ derler. Ulusun haklarına, değerlerine zarar vermek en büyük hak yemektir. Allah hak yiyenleri affetmez.

Türk Ulusu zoru başarıp, mutlaka güzelliklere ulaşacaktır.

13 Ekim 2011