DUYGULAR VE GERÇEKLER

Beklenti

İki beklentim var. Birincisi, hükümet, iktidar partisi, tabii ki kilit isim, Sayın Başbakan, erdemli bir davranışla, genel seçimleri, cumhurbaşkanlığı seçiminin önüne alarak, cumhurbaşkanı seçimini yeni TBMM’ye bıraksın. İkincisi, 23 Nisan günü Başkan’ın koltuğuna yaşı en küçük çocuğun oturtulmasını öneriyorum. TBMM, yetişkinlerin, olgunların meclisidir, yaş bir yerde bilgelik ifade eder, o uygulama geleneklere uygundur. Çocukların aynı kriterle değerlendirilmesinin doğru olmadığını düşünüyorum.

İnsanları, maddi, kültürel, özellikle de, sevgi vererek mutlu etmeyi, mutluluk yaratmış olmaktan duyulan mutluluğu tarif etmeyi denemeyeceğim, bu ancak yaşanarak hissedilebilir. Verilenin miktar ile yaratılanın büyüklüğü her zaman doğru orantılı olmayabilir, kişinin ihtiyacı veya beklentisi önemli bir etkendir. Aç bir insan için sanatsal bir hediye veya sevgiye ihtiyacı olan bir kişi için maddi bir hediye ne kadar anlamlı ve gerçekçi olabilir? Çalışmak için iş bulabilmek, emeğinin karşılığını aldığına inanmak, toplumdaki ayrımcılığın azaldığını ve devletin her gün biraz daha fazla hukuk temellerine oturduğunu ümit etmek, büyük beklentilerdir ve gerçekleştikleri oranda, yaratacakları mutluluklar da büyük olacaktır. Bazıları, elle tutulacak kadar yakın beklentilerine ulaşamaz, bazılar gözle bile görülemeyen beklentilerini elde eder. Bazı beklentiler hayal diye nitelenir. Sormak gerekir, hangi bakımdan hayal, kimin için hayal ve bu fark nereden kaynaklanıyor? Ölçüyü kaçırmadan, hayal etmekten korkulmamalı, hayal bir hedeftir ve hayal insana güç verir.

Kendimden, bireylerden, toplumdan ve devletten beklentilerimin çoğunu askıya alıp, Nisan-2007’de oluşmasını beklediğim iki konudan söz edeceğim. İkisinin de olmayacağını biliyorum. Olamayacağı için değil, dünyevi çıkarlar ve insani hırslar nedeniyle yapılmayacak. Beni dikkate almazlar, ama bizden korkarlar. Biz olarak sesimizi duyurursak beklentilerin hayal olmadığını görürüz. İnsan, lütuf olarak alınan şeylerin altında ezilir, hak olduğu için, çaba sarf edilerek elde edilenler ise insanı yüceltir. Alışkanlıklarımızı ve yöntemlerimizi çoktan değiştirmeliydik, ama zararın neresinden dönülse kardır.

Nisan 2007’de, Cumhurbaşkanı adayları belli olacak. İktidarın belirleyeceği adayın TBMM’de seçilme şansı çok kuvvetli ve Mayıs’ta yapılacak seçim sadece bir onay formalitesi gibi gözüküyor. Cumhurbaşkanlığı seçimi, demokrasinin gereği pozitif bir olay olmasına rağmen beni endişelendiriyor. Seçim, beklentilere cevap veremez ise, toplumda bir mutsuzluk ve ülkede bir istikrarsızlık oluşabileceğinden ve ucunu göremediğim olayların yaşanabileceğinden korkuyorum.

Bugün, Türkiye’de mevcut iktidarın yasal olduğundan kimsenin şüphesi yok, ancak, ortada, yasal düzenlemelerin eksikliğinden, siyasetin kaypaklığından, bir önceki seçimde sandık başına gitmeyen, takriben 10 milyon, kayıtlı seçmenin sorumsuzluğundan kaynaklanan ve demokrasinin içeriğine uymayan aksaklıklar var. Bu iktidarın yasal olduğundan kimse şüphe etmiyor ama, çoğunluk, bu iktidarın milli iradeyi tam yansıtmadığı konusunda fikirbirliği etmiş durumda. Sorun, yasal olma fırsatçılığına sığınıp, milli iradenin cumhurbaşkanlığı seçimine yansımasının engellenmesidir. Erdemli bir tutum olmamasına rağmen, birileri, iktidarın ele geçirdiği fırsatı sonuna kadar kullanmasını savunabilir, ama, muhalefetin dağınıklığını kimse savunamaz, ben de içime sindiremiyorum. Her kafadan bir ses çıkıyor, gerçekleşmesi mümkün olmayan çözümler öne sürülüyor. Sığ görüşlü bazı yazar çizerler de demokrasinin şekil yönüne takılıp, iktidarın haklı olduğunu savunuyor. Şekil elbette önemlidir, ama, şekil, demokrasinin içeriğinin sağlanması için bir araçtır. Onlar, demokrasiyi bazı dinamiklerin müdahalesinden korudukları iddiasındalar. Doğru da, önemli olan demokrasiyi her türlü olumsuzluktan korumaktır. Demokrasiyi korumak, sadece onlara has bir imtiyaz da değil, bütün toplum ve müdahale etmekle suçladıkları dinamikler de, demokrasiyi koruma çabasındalar. Art niyetlerini sorgulamayacağım, ama görünen o ki, bir kısım insanımızın amacı, üzüm yemek değil, bağcıyı dövmektir.

Ben, Cumhurbaşkanlığı seçiminden sonra oluşabilecek tansiyonu düşürüp, demokrasiyi ve ülkeyi korumak için, çok sade bir öneride bulunuyorum. Hükümet, iktidar partisi, tabii ki kilit isim, Sayın Başbakan, erdemli bir davranışla, genel seçimleri, cumhurbaşkanlığı seçiminin önüne alarak, cumhurbaşkanı seçimini yeni TBMM’ye bıraksın. Yeni meclis bugünkü meclisin benzeri bir yapıda oluşabilir mi, elbette mümkündür. Öyle ise ne değişecek? Vatandaş, yeni meclisin yasama görevi ile birlikte, yedi yıllık bir süre için devletin başında bulunacak bir cumhurbaşkanını seçeceğini bilerek oy kullanacak ve her türlü sorumluluğu üstlenecektir. Bugünkü iktidar, yüzde 25 fiili, yüzde 30 gibi hukuki oy ile, milli iradenin yüzde 70’e varan siyasi yetkisini kullanarak yedi yıllık geleceğe ipotek koyma vebalinden kurtulmuş olacaktır. Bu bir hayal mi, değil. Fakat, iktidar, fırsatçılık hevesini aşamayacağı için bir hayal sayılabilir. Bunu yapmak iktidar partisine oy kaybettirir mi, sanmıyorum, aksine çok büyük bir prestij kazandıracağına eminim. Bu, benim sağduyulu bir beklentim.

23 Nisan, Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı. Bu bayramın hem ulusal hem de uluslararası boyutu var. Uluslararası boyutu, 23 Nisan’ın Dünya Çocuk Günü olarak kabul edilmiş olması. Uluslararası ortama böyle bir gün kazandırmış olmamız övünülecek bir konudur. Kutlama şenliklerine tüm ülkelerin katılmasını sağlamak için fedakarlık gösterilmesi bizim için kayıp değil, büyük kazançtır.

Mustafa Kemal ATATÜRK, egemenliğin ulusa ait olduğunun, ilk işaretini Amasya Genelgesi’nde vermişti. 23 Nisan 1920’de, TBMM’yi toplayarak fiilen gerçekleştirdi. Saltanatı kaldırıp, Cumhuriyeti ilan ederek de hukuken egemenliğin ulusa ait olduğunu yaşama geçirdi. Egemenlik hakkının ulusa devri, ATATÜRK devrimlerinin temelidir ve diğer devrimler bunun tamamlayıcısıdır. Kolay elde edilen değerlerin kıymeti pek anlaşılamıyor, toplumumuzun egemenlik hakkının kendisine ait olduğunun farkında olup olmadığı ve gereği gibi sahip çıkıp çıkmadığı tartışılır.

Her sene 23 Nisan günü, seçilmiş çocuklar, sembolik olarak, bürokrasinin ve siyasetin üst kademelerinde görev alırlar. Çocuklara verilen değerin çok güzel bir göstergesi. TBMM’de yapılan sembolik törende, TBMM başkanının koltuğuna, seçilmiş öğrencilerin en yaşlısı oturtuluyor. Yeni seçilen TBMM’nin, ilk toplantısını, en yaşlı üyenin başkanlığında yapmasından esinlenilmiş. TBMM, yetişkinlerin, olgunların meclisidir, yaş bir yerde bilgelik ifade eder, o uygulama geleneklere uygundur. Çocukların aynı kriterle değerlendirilmesinin doğru olmadığını düşünüyorum. Çocuklar için değer, küçük yaşta büyük kademelere çıkabilmek olmalıdır. Küçük yaşta öne çıkmak bir zeka işaretidir. Büyüklerde bilgelik, küçüklerde zeka. Önerim, TBMM’deki törende, Başkanın koltuğuna yaşı en küçük çocuğun oturtulmasıdır.

Toplumun gelişmesi, devletin güçlenmesi, bireylerin daha güzel bir hayat yaşaması için herkesin, elinden geldiği kadar, bir çaba sarf etmesini önemsiyorum ve çabaların boşa gitmeyeceğine inanıyorum.