KÖŞE TAŞLARI

Osmanlı V

Osmanlı V

Osmanlı’nın, “Keşke iki yüzlü dostum olacağına, dürüst düşmanım olsaydı” dediği olmuş mudur? Yazı dizimizin bu son bölümünde Osmanlı’nın çökme nedenlerini somut olarak ele alacağız.

Osmanlı’da kişisel menfaatler için birçoklarının hatta padişahların bile harcandığını bir önceki yazımızda birlikte gördük. Genç Osman’ın talihsiz ve hazin sonu, Kuyucu Murat Paşa’nın halkı cezalandırırken hunharca yöntemler kullanması, Abdülhamit’in anayasayı kabul edip kaldırması ve yeniden kabul etmesi, 31 Mart Vakası gibi birçok olayı ele aldık. Bu olaylar yavaş yavaş Osmanlı’nın sonunu hazırlıyordu. İşte şimdi, yazı dizimizin bu son bölümünde Osmanlı’nın çökme nedenlerini somut olarak ele alacağız.

İç etkenler;

Devlet yapısının, toplumsal yapının, zamanın getirdiği yeni anlayışlara göre çağa uydurulmaması, inanç sisteminin akılcı temele oturtulmamış olması her türlü sebebin temelidir.

Temel politika olarak, halkın refahının, devletin sürekliliğinin ve güvenliğinin değil, öncelikle saltanatın, hanedanın imtiyazlarının korunmasının esas alınması önemli bir nedendir.

Toprak düzeni adil değildi, halka hitap etmiyordu. Daha sonra iltimas, kayırma gibi maksatlı kullanımlarla iyice bozuldu. Halkın çilesi can derdine dönüştü, isyan derecesine vardı.

Fetihler durdu, vergi, haraç azaldı. Üretim zaten yoktu. Devlet katında ekonomik düzen diye bir anlayış da yoktu. Açık ve örtülü soyguncular halkı sömürüyordu, insanlar aç ve açıktaydı ama saray “Lale Devri”ni yaşıyordu.

Koruma gücü kalmayınca topraklar elden çıkmaya başladı. Kaybedilen topraklardan geriye göç etmek zorunda kalanlara geldikleri yerde toprak bulunamadı. Eskiden el sanatları düzeyindeki teknoloji, az çok bir işe yararken gelişen teknoloji karşısında dayanamadı, karın doyuramaz bir hale geldi.

Devlet, teknolojik ve bilimsel çalışmaları teşvik etmediği gibi bazı ferdi çabaları bile engellediği için Sanayi Devrimi’nde ve bilimsel gelişmelerin içinde yer alınamadı.

İp bile üretilemediği için, halk arasında, “Asılacaksan İngiliz ipiyle asıl” gibi söylemler oluştu.

Merkezi güç zayıflayınca taşra yönetimi, beylerbeyleri, valiler, sipahiler fütursuz hareket etmeye başladılar. Devlet önce bunları görmezden geldi sonra açıkça taviz verilerek, Ayan, Bey, Ağa, Şeyh, gibi küçüklü büyüklü bölgesel güçleri meşrulaştırdı. Kanuni’nin başlattığı lütuf dağıtma kapitülasyonları, siyasi baskıyla çoğaldı ve devletin-milletin kanını emmeye başladı. Gümrük duvarları kurulamadı. Ülke yabancının açık pazarı haline geldi. Kara sularında, demiryollarında, işletme hakları yabancının inhisarına geçti. Devlet maliyesi bile, “Düyunu Umumiye” yönetimi adı altında yabancı güçlerin eline geçti.

Devlet, azınlık konumundaki tebaasını kendi mahkemelerinde yabancı konsoloslukların gözetimi, avukatlığı olmadan muhakeme edemez duruma geldi. Önce Ruslara verilen Ortodoks halkın haklarını koruma imtiyazı, daha sonra genişleyerek, her yabancı devletin Osmanlı’daki kendi ırkını koruma imtiyazına dönüştü.

Dış Etkenler;

17.yy sonundan itibaren Avrupa devletleri arasındaki mezhep çatışmaları azalmaya başladı, güçlendiler, aralarında birlik, dayanışma oluşturdular. Kendi aralarındaki mücadele bitince Osmanlı’yı ortak düşman konumuna getirdiler. Osmanlı’nın coğrafi konumu ve gücü, bazı yabancı devletlerin sıcak denizlere çıkmasını, bazılarının da ekonomik kaynaklara ulaşmasını engellediği için, Osmanlı!yı hedef aldılar. Osmanlı’nın kaynaklarını elinden almak ve Osmanlı ülkesini kendi ürünlerinin ve teknolojisinin pazarı haline getirmek, Osmanlı’nın demiryollarını yapmak, deniz alanlarında işletme hakkını ele geçirmek için Osmanlı’yı çok zorladılar.

Osmanlı, düşmana karşı savaşmak için ihtiyacı olan silahı ve mühimmatı bile düşmandan almak zorundaydı. Kurumlarını yenileştirmek için onların uzmanlarına muhtaçtı.

1789 Fransız İhtilalinin ortaya çıkardığı bağımsızlık, eşitlik, özgürlük gibi fikirler-tezler en çok Osmanlı’yı etkilemiştir.

Osmanlı’yı Yıkılmaktan Kurtarma Çabaları;

Osmanlı’nın çöküşünün, Sultan Süleyman’la başladığını düşünüyorum. Abartılı bir iddia denebilir. Kanuni döneminin Osmanlı’nın en güçlü dönemi olduğu kesin, ancak toplumlar güçlü dönemlerinde aldıkları yaraları veya bünyelerine sızan mikropların etkisini hissetmeyebilir, küçümseyebilir, onlar da rahatça gelişip yayılırlar.

Kanuni-Hürrem döneminde alınan yaralarla Osmanlı’da kültürel çöküntü başlamıştır. Bir büyüklük emaresi gibi gösterilen Kapitülasyonlar siyasi sistemin bozulmasının başlangıcıdır. Denizci/Haritacı Piri Reis’in kellesini alarak, keşifçi, araştırıcı, bilimci çöküş başlatılmıştır.

Aydın kesimin çöküşü önleme çabaları;

Tanzimat’tan önce:

Dışa karşı korunmanın en önemli gücü olduğu için, mevcut yapıyı düzeltme, yeniden yapılandırma, çalışmaları Orduda başlatıldı. 1nci Mahmut’tan itibaren gelişmiş Batı ülkelerinden askeri uzmanlar getirildi. 3. Selim Dönemi’nde Nizam-ı Cedit adı altında yeni bir düzenleme çabalarına girildi.

Her türlü bozulmanın kaynağının toplumsal bozulma olduğu gerçeği görülemediği için veya cesaret edilemediği için toplumsal düzene el atılamadı. Bütün çabalar, Kabakçı Mustafa Ayaklanmasıyla (1807) bir anda yok oldu. 2. Mahmut, daha köklü tedbirler alma çabasına girdi. Yeniçeri Ocağı’nı çok kanlı bir şekilde ortadan kaldırdı. Eski eğitim sisteminin yanında, özellikle teknik alanda yeni eğitim sistemi ile çalışan öğretim kurumları açıldı.

Tanzimat Sonrası;

Mustafa Reşit Paşanın hazırladığı Tanzimat Fermanı (3. Kasım. 1839) Osmanlı’da önemli bir dönüm noktasıdır. Kişilerin can, ırz ve mallarının güvence altına alınması, Tanzimat Fermanı’nın temel yaklaşımlarından biridir. Demek ki, yüzlerce yıldır süren düzensizlik, keyfilik, hukuk kurallarından yoksunluk, kendi insanının ırzını, canını, malını koruyamıyor, insanının karnını doyuramıyordu. Tanzimat Fermanı’yla, teorik olarak, insan haklarını teslim etme sözü veriliyor ancak tatbikatta o kadar kolay olmadı. Sahip oldukları imtiyazlardan vaz geçip, bu hakları sahiplerine vermek istemeyen Sipahi, Ayan, Ağa, Şeyh gibi güçler zorluk çıkardılar. Türk toplumu kendisine verilmesi gereken hakların bilincine varıp sahip çıkamadı.

Azınlık kesim verilen bireysel haklarla yetinmeyip, Fransız İhtilali’nin getirdiği anlayıştan yararlanarak özerklik, bağımsızlık peşinde koşmaya başladı.

Dün azınlıklar ikinci sınıf iken, Tanzimat Fermanı’yla beraber onlar Türk-Müslüman kesim ikinci sınıf konumuna düştü. Tanzimat Fermanı, devletin dinsel yapısını değiştirmediği için, dini kurallar çağdaş hukuk kurallarının yaşama geçmesini engelliyordu. Türk halkının üzerinde hem devletin baskısı, hem de dinci imtiyazlıların istismarları devam etti. Üstelik aydınlanma hareketlerinden etkilenmesinler diye üzerlerindeki baskı artırıldı.

Müslüman olmayan Dini gruplar Dış Güçlerin de desteği ile inanç ve ibadet özgürlüğü adı altında, adeta yarı bağımsız bir konuma geldiler. Bunların dini kurumlarının içinde nelerin yapıldığını bilmek de sorgulamak da mümkün değildi.

Tanzimat, devleti Batı’nın ekonomik sömürgesi olmaktan kurtaramadı. Batı, Kapitülasyonlardan sağladığı ayrıcalığı bırakmazken Osmanlı’nın, eğitimsel, teknik, sermaye ihtiyaçlarında paylarını artırmak için yarışa girdi, Osmanlı’yı borçlanmaya teşvik etti.

Fransız İhtilali’nin yarattığı siyasi ortam, eşitlik, özgürlük, milliyetçilik söylemleri, siyasi yapısı nedeniyle en çok Osmanlı’yı etkiliyordu. Osmanlı, ortamı değerlendirip, olabilecekleri kabullenmek, olmayacaklara önlem almak gibi makul bir yol izlemek yerine bu akımların tümüne kapılarını kapatarak sorunları aşacağını zannetti, bu mümkün değildi, beklediğini elde edemedi.

Osmanlının mevcut yapısıyla yola devam edilemeyeceğinden, 1870’li yıllarda bir kültürel kimlik arayışı su yüzüne çıktı. Osmanlı kimdir, varlığını sürdürmek için mevcut koşullar içinde kendisini nasıl tanımlamalıdır?

Öne sürülen görüşleri isim olarak belirteyim;

Osmanlıcılık;

Osmanlı etiketi altında bir federasyon yapısı oluşturarak farklı etnik ve inanç gruplarını bir şemsiye altında tutulabilme görüşüdür.

Pantürkizm/Türkçülük;

Bütün Türkleri birleştirmek hayali..

Panislamizm/Ümmetçilik;

Bütün Müslümanları birleştirme hayali. Kapsamı, sınırları belli olmayan, içeriği bilinmeden taraftarı en fazla olan bir görüş.

Bu tezlerden herhangi birini hayata geçirmek için ön koşul olarak, hanedanın şu ilkeyi kabullenmesi gerekiyordu; “Devleti kurtarmak için, kişisel egemenlik imtiyazından vazgeçilmelidir. Milletin hakları Padişahların imtiyazlarının üstünde tutulmalıdır. Tanzimat ilkeleri geniş kamusal hürriyetlerle desteklenmeli ve bu yolla Padişahlar da denetlenmelidir.”

Bu yaklaşım, Osmanlı sürecinde, düşünce-fikir bazında, Saltanata karşı başlatılmış ilk hürriyet mücadelesidir. Padişah ve İmtiyazlı Kesimler bu yaklaşıma destek vermedikleri için bu düşünceleri savunan aydınlar üzerindeki baskılar çok artırıldı. Özellikle Padişah Abdülaziz (1861-1876) baskıları çok artırdı, Namık Kemal, Ziya Paşa gibi, yeni akımın öncülüğünü yapan değerli insanlar ülkeyi terk etmek, yurt dışına kaçmak zorunda kaldılar. Batı bu aydın İnsanlara “Jön Türkler” adını verdiler.

Padişah Abdülaziz tahttan indirildi, yerine geçen 5. Murat akıl yönünden rahatsızdı, o da indirildi. Aydınlarla yakın ilişki içinde olan Veliaht Abdülhamit, anayasayı ilan etme sözü vererek tahta çıktı. 1876’da Osmanlı’da Meşrutiyet dönemi başladı.

Halkın seçeceği Mebuslardan oluşan Meclis kanunları yapacak, hükümeti denetleyecek, sistemde üyeleri Padişah tarafından atanan Ayan Meclis yer alacak. kanunları onaylama yetkisi Padişahın.

Gerçekten çok önemli, çok ileri bir adım, ancak gelinen noktayı benimsemek, yaşama geçirmek için önce dürüstçe, sonra da akıllıca çaba sarf etmek şart. Abdülhamit zeki bir adam, bu aşamaya gelinmesinde rolü büyüktür, ancak Abdülhamit’in amacı bu ortamı gerçekleştirmek değil, bu düşünceye tutunarak tahta çıkmak ve İslamcı görüşünü yaşama geçirmekti. Nitekim tahta çıktıktan sonra ilk fırsatta, Osmanlı Rus Harbi’ni bahane ederek sözünden döndü, Meclisi süresiz kapattı ve eskiden daha despot bir yönetimi hayata geçirdi. Milletin çıkarlarını değil, devletin çıkarı gibi gösterip Hanedan’ın iktidarını güvenceye almaya çalıştı. Samimi olsaydı, harp bittikten sonra meclisi tekrar açardı, kapatma yetkisi olduğu gibi açma yetkisi de vardı. Açmadı, hafiye, ihbar, istihbarat sistemi kurarak 33 yıl milleti tam bir despotluk içinde, kişisel politikasına göre yönetti.

Osmanlı’nın özeti Abdülhamit dönemi

Anayasa’yı hazırlayan Mithat Paşa ile el ele vererek iktidara gelmişti. İntihar ettiği söylenen Abdülaziz’i öldürtmekle suçlayarak Mithat Paşa’yı sürgüne gönderdi, orada öldürttü. Eğer Mithat Paşa’nın Abdülaziz’i öldürttüğü doğru ise, onunla işbirliği yaptığı dönemde bunu bilmemesi mümkün mü? Bilinçli olarak, önce Mithat Paşa’ya dayanarak iktidar oldu, sonra Mithat Paşa’dan kurtulmak için verdiği sözlere ihanet etti.

Mithat Paşa’yı sürgüne götüren gemiyi Kız Kulesi açıklarında bekletti, halktan bir tepki gelirse geri adım atmak için. Halk ya olayın farkında olmadı veya bilerek tepki göstermedi. Anayasanın, Meşrutiyetin mimarı Mithat Paşa zindanda boğularak öldürüldü, devlete ve millete hizmetin ödülü!

İttihat ve Terakki Derneği yürüttüğü etkin çalışmaların ve Rumeli’deki Orduların ayaklanması sonucu, 1908 yılında, Abdülhamit tekrar Anayasayı yürürlüğe koydu, fakat amacından dönmesi mümkün değil, gerici 31 Mart Vakası’nı gerçekleştirdi. Selanik’ten gelen Hareket Ordusu ayaklanmayı bastırdı, Abdülhamit tahttan indirildi.

Abdülhamit dönemi tipik bir Osmanlı dönemidir, iyi bilinmeli. “Osmanlıcılar” Abdülhamit’e hayranlar, ona “Yüce Hakan Abdülhamit Han” derler. Abdülhamit’i iyi tanırsanız, “Osmanlıcıları” da iyi tanımış olursunuz. Abdülhamit, İslamcı, Ümmetçi kimlik taraftarlarının kuvvetli lideridir.

Sayıları çok olmamakla beraber aydınlar arasında en çok kabul gören kimlik Türkçülük idi.

Yusuf Akçura’yı zikretmekle yetineceğim. Ziya Gökalp’in Türkçülük tezi üç aşamayı kapsıyor. Birinci aşama; Türkiye Türklerini birleştirip bir güç birliği sağlamak. İkinci aşama: Oğuz Türklerini birleştirip bir güç odağı yapmak. Üçüncü aşama; Pantürkizm… Bütün Türkleri birleştirip bir güç merkezi oluşturmak. Ziya Gökalp, zaman içinde, Pantürkizm’in ve Oğuz Türklerini birleştirmenin bir hayal olduğunu, gerçekleşmesinin mümkün olmadığını kabul ederek, Türkiye Türkçülüğü için çalıştı..

Osmanlı bölümünün son sözleri;

Yazdıklarım benim tespitlerimdir, yanlış varsa, öğrenirsem mutlaka düzeltirim. Tekrar vurguluyorum, bunlar suçlama değil, gerçekleri görmek için özeleştiridir. Kendini sorgulamayan, çağa uydurmayan bireyler ve topumlar bir yere varamayacakları gibi, kimin ayağının altında kalacağı da hiç belli olmaz. Dik durmazsak, doğru yerde durmazsak, güçlü olup ayaklarımızı yere sağlam basmazsak bu Dünyayı bize dar ederler.

Osmanlı’dan bize ne miras kaldı?

Mamur bir vatan mı? Üretim merkezleri mi? Karayolları, demiryolları ya da denizyolları mı? Sanayi Devrimi’nin ürünü teknolojik birikim mi? Sanat eserleri mi? Hanlar, hamamlar mı? İhracatıyla güçlü bir ekonomi mi? Organize olmuş bir tarım toplumu mu? İyi eğitilmiş, çağdaş, sağlıklı, birlik ve dayanışma içinde bir toplum mu?

Karasularımızdaki kabotaj hakkını bile Milli Kurtuluş Savaşı’ndan sonra elde ettik. Kapitülasyonları Lozan’la kaldırabildik. Arabistan’a, Balkanlara yapılan yatırım Anadolu’ya yapılanın kaç katı. Sebep, Arabistan adı üstünde, Kavmi Necip ülkesi, Balkanlar, genellikle, devşirmelerin coğrafyası, Anadolu ise Etrak-ı bi idrak coğrafyası… Bu coğrafyalara yapılanlardan kalan ‘Osmanlı borçlarını bile Anadolu halkı ödedi. Acaba, Osmanlı’nın, “Keşke iki yüzlü dostum olacağına, dürüst düşmanım olsaydı” dediği olmuş mudur?

Bugüne kadar, Osmanlı hanedan mensuplarının, Dünyadaki benzerleri gibi bir hak iddiasında bulunduğuna şahit oldunuz mu? Buna karşın Osmanlıcıların o dönemin koşullarını geri getirmek için nasıl çabaladıklarını yakından izliyoruz. “Büyük Osmanlıcılar” asırlarca Osmanlıyı siyasi ve ekonomik çıkarları için kullanan dış güçlerdir. Sevr’de kazanıp, Lozan’da kaçırdıklarını geri almak istiyorlar. Büyük Orta Doğu Projesi o coğrafyayı yeniden yapılandırmak değil mi?