KÖŞE TAŞLARI

Osmanlı IV

Yazı dizimizin bir önceki bölümünde üç önemli padişahın, yani Fatih, Yavuz ve Kanuni dönemini ve çeşitli kavramları ele almıştık. Yazı dizimizin bu bölümünde Osmanlı’da yaşanan bazı olayları sorgulamanızı isteyeceğim.

Kuyucu Murat Paşa

Hırvat asıllı devşirme… Gelmiş geçmiş en büyük zalim derler onun için. Osmanlı’nın önde gelen bir görevlisi, sıfırdan alınıp eğitilip sadrazamlığa kadar çıkarılan bir adamdır. Yaptıklarının teknik kısmı onun ürünü ama kendisi Osmanlı ürünü. Yaptıklarını Osmanlı öyle istediği için yaptı, o bir taşeron, günah Osmanlı’nın. Hem yapmasına göz yumup hem de günahı ona yüklemek “Osmanlıcıların” klasik ikiyüzlülüğüdür.

“Kuyucu” lakabı nereden geliyor? Celali isyanını bastırırken, isyancı, destekçi, erkek, kadın, çocuk, 30 bin kadar Anadolu insanının bir kısmını ölü, bir kısmını diri diri kuyulara gömdüğü için bu şerefli (!) sıfatı kazandı. Öldürttüğü insanların kellelerinden yaptırdığı piramitler insanlara yapılan zulmün simgesi oldu. Devlet isyancıyı tepeler, bunun tartışması olmaz ama devlet bunu yaparken insanlıktan çıkmaz. Halkın açlığını, kendinin zulmünü saklayıp, olayı isyan gösterip insanları diri diri kuyulara doldurup canını alan devlet olamaz.

 

Celaliler Osmanlı’yı parçalayıp ayrı bir devlet kurmak için isyan ettilerse örf ve adetlere göre gereken yapılır. İnançlarından dolayı insanlara zulüm etmek devletin, gerçeği başka türlü göstermek tarihçilerin, bu durumu farkında olmamak biz okuyucuların ayıbıdır.

Kuyucu Murat Paşa bu vahşeti bireysel şöhreti için mi, yoksa kendisini devşiren devletin ana unsuru olan Anadolu insanından intikam almak için mi yaptı, ayrıca üzerinde durulacak bir husustur.

Tophane Rasathanesi

Alim Hükümdar Uluğ Bey 1430’lu yıllarda, teleskopun olmadığı dönemde, gök biliminde güneş ve yıldızlar hakkında çok şey keşfetmişti. Uluğ Bey’in öğrencisi olan Ali Kuşçu, Akkoyunlu hükümdarı Uzun Hasan’ın elçisi olarak, İstanbul’a geldi, aydın bir kişi olan Fatih Sultan Mehmet bilgisine hayran oldu ve onu Ayasofya Medresesi’nde, Osmanlı Devleti’nin Astronomi alimi olarak görevlendirdi.

 

Ali Kuşçu’nun torunundan da ders alan, Astronom Taki al-Din Efendi Padişah 3. Murat’a başvurarak, Uluğ Bey’in “Yıldız Kataloğu”nu yenilemek için, çalışma izni ve destek talep etti. Padişah hem yetki ve hem de on bin altın verdi.

 

1575 yılında, Tophane’de, sanırım, Avrupa’da bile örneği bulunmayan bir Rasathane kuruldu, uzaya açılan önemli kapı, çok sevindirici başlangıç. Bir süre sonra, “Rasathane’de meleklerin bacakları gözetleniyor, bu uğursuzluk getiriyor, yaşanan sorunların nedeni bu gözlemlerdir” diye propaganda yapılmaya başlandı. Bu gerici propagandaya, şeyhülislam da katılınca padişah karşı koyamadı, kendi iradesi ve kendi parası ile kurdurduğu rasathaneyi, kendi emriyle, kendi donanmasının top atışları ile yerle bir ettirdi. Tarihler 1581’i gösteriyordu.

 

Bir taraftan “İlim Çin’de de olsa git, al” de, öteki taraftan kapını “ışığa” kapat! Bu nasıl bir zihniyet ki, Padişah bile karşı koyamıyor. Bu bizim kaderimiz olamaz, bu bizim aczimiz! Taki al-Din Efendi kahrından öldü. Onu tanıyan kaç kişimiz var? Uluğ Bey’in Yıldız Kataloğu’nu yenileyip, ülkelerine çağ atlatan Batılı astronomların isimleri ezberimizde.

 

Genç Osman (1604-1622)

Bu padişah hakkında çok az şey biliyoruz, anlatılmıyor, saklanıyor; ona yapılan yüz kızartıcı muameleden utanıldığı için olsa gerek… Osmanlı tarihinde, kardeşler, oğullar, sadrazamlar ve diğer insanlarla ilgili çok acı hatıralar var, fakat Genç Osman’a uygulanan, acının da ötesinde, utanılacak bir olay. Bu padişaha uygulanan yöntemi bilmeden Osmanlı’yı doğru tanıyamayız. Yaptıklarının, düşündüklerinin doğruluğu, yanlışlığı uygarca tartışılabilir ama ona yapılanın ayıbının yükünü “Osmanlıcılar” bile yüklenemediği için saklıyorlar. Çok kısa birkaç noktayı hatırlatıp, araştırmanızı isteyeceğim.

 

2.Osman/Genç Osman 14 yaşında tahta çıkarıldı. Annesi Rum kökenliydi. Oğlunun iyi eğitim alması için çok çaba sarf etti, Genç Osman, çok iyi yetişmiş, çok aydın ilerici bir padişahtı. Osmanlıda sultanlar Fatih devrine kadar saray dışından biri ile evlenebilirlerdi, Yavuz Selim’den sonra bu tür evlilikler yasaklanmıştı. Genç Osman, bu kuralın dışına çıkmış, Şeyhülislam Esad Efendi’nin ve Pertev Paşa’nın kızlarıyla evlenmişti veya evlendirilmişti.

 

Genç Osman, kendi aydınlık, ilerici kafasına uygun bir sadrazam bulamadı. Tahta çıktıktan sonra, sadrazam, şeyhülislam ve diğer birçok devlet görevlisinin atama yetkilerini değiştirdiği için karşısında güçlü bir muhalif grup oluşmuştu. Genç Osman tahtan indirildi, Yedikule zindanına atıldı ve öldürüldü. Uygulanan yöntemin ve Genç Osman’ın maruz bırakıldığı muamelelerin, Osmanlı tarihinde bir benzeri daha yoktur. Velev ki Genç Osman’ın yanlışı olsa bile, bir padişaha asla yapılmaması gereken insanlık dışı bir muamele gördü. Bazı kitaplar, kendisine bu muameleleri uygulayanlara, “Dün ben sizin padişahınızdım” dediğini yazıyor! İbret verici bir örnek, bir gün önce ayağını öpüyordun bugün ne yapıyorsun!

 

Osmanlı’da, bildiğim kadarıyla, padişahlar Hacca gitmemişler veya gönderilmemişlerdir.

Genç Osman, Hacca gitmek istemiş, karşıtları bunun bir güç toplama bahanesi olduğunu ileri sürüp karşı çıkmışlar.

 

Hezarfen Ahmet Çelebi (1609-1640)

Bilime, yenileşmeye nasıl yaklaşıldığının anlaşılabilmesi için incelenmesi geren bir olay.

Bir Müslüman Türk bilgini ve pek alışık olmadığımız bir durum. Hezarfen, Farsça bir kelime, “bin fenli” yani çok bilen demek. 1632 yılında, Galata Kulesi’nden uçarak Üsküdar’da Doğancılar parkına kondu. Bırakalım Osmanlı’yı tüm Batı’da yankı bulan bir olay.

 

Evliya Çelebi’nin yazdığına göre, 4. Murat Hezarfen Ahmet Çelebi’yi bir altınla ödüllendiriyor ve sonra “Bu adam çok şey biliyor, istediği zaman her şeyi yapabilir, bunun bekası caiz değildir” kararıyla Cezayir’e sürgüne gönderiyor. Bunun gibi nice nimetin ayaklar altına alındığını biliyoruz. Gericilik, bilim düşmanlığı, dinin icabı değil, “Dincilerin” zihniyeti!

 

1699 Karlofça Anlaşması

İlk anlaşmalı toprak kaybı.

 

1774 Küçük Kaynarca Anlaşması

Osmanlı’daki Ortodoksları koruma hakkı ve yetkisinin Ruslara verilmesi. Devletin egemenlik ve bağımsızlık anlayışıyla bağdaşmayan bir anlaşmadır. Devlet anlayışıyla bağdaşmıyor Hanedanın korunmasına destek veriyor, Osmanlı için yeterli değil mi?

 

1789 Fransız İhtilali

Fransız İhtilalinin ortaya koyduğu yeni düşünceler, ilkeler tüm Avrupa devletlerini ve halklarını etkilemiştir. Bünyesinde farklı etnik ve inanç gruplarının bulunması, bunların, eşitlik, özgürlük, bağımsızlık talepleri, bu taleplerin Avrupa devletleri tarafından kışkırtılması, desteklenmesi Osmanlı’yı gerçekten zora sokmuştur. Osmanlı bazı makul önlemler almak yerine, bu akımlara kapısını kapatmak yoluna gitmiş, tabii ki başarılı olamamıştır.

1808 Sened-i İttifak

Muhteşem Osmanlı, kendi bünyesindeki “Ayan” tabir edilen ağalar, şeyhler, beyler, sipahiler gibi yerel güçler karşısında boyun eğdi. Demokratikleşme çizgisinde halka verilmiş bir hak değil, karşı koyamadığı, kendi bünyesindeki yerel güçlere verilmiş, imtiyazdır. Devlet dışında, halkı ezen ikinci bir güç yaratılmıştır. Devlet itibar kaybetti, halkın başına ayrı bela açıldı, ama saltanat varlığını sürdürme desteği kazandı.

 

Kavalalı M. Ali Paşa

Osmanlı’nın Mısır’a atadığı validir. Mısır’da atılımlar yaptı, güçlendi, önce yetkilerini artırdı, yetinmedi, bağımsızlığını ilan etti. Daha sonra Osmanlı ile savaşa girdi, Nizip’e kadar ilerledi. Devlet eski valisinin önünde boyun eğdi, yapılan anlaşmayla Osmanlı’nın varlığı korundu, aksi halde İstanbul’a kadar ilerleyip, saltanat koltuğuna oturabilirdi.

 

Matbaanın gelişi

Matbaanın icadı insanlığın gelişmesi açısından çok önemli bir dönüm noktasıdır. Osmanlı, Müslüman tebaanın matbaayı kullanmasına icadından takriben iki buçuk asır sonra izin verdi. Hattatlar iş alanlarını korumak için çaba sarf ettiler ama asıl neden halkın aydınlanmasını önlemek için gerici kafaların öne sürdüğü “günah” kavramı. Selanik bölgesindeki Yahudilere matbaayı kullanma izninin verilmiş olmasını, bir “Osmanlıcı” profesör, “Batı’da birçok ülkede matbaa yokken, Osmanlı coğrafyasında matbaa vardı” diye savunuyor. Bu tutum, ana unsuru matbaanın yararlarından mahrum ettiğini gizlemek, içindeki azınlığa imtiyaz vermeyi ilericilik olarak takdim etmektir. “Osmanlıcının” ikiyüzlülüğünün, halkımızın saflığının bariz bir örneğidir. Ne akla sığıyor ne de dürüstlüğe, ama biz buyuz!

 

Sanayi Devrimi

Sanayi Devrimi bazı Avrupa devletlerine çağ atlattı, gecikenler büyük bedel ödedi.

Osmanlı bu konuda devlet olarak hiçbir adım atmadığı gibi bazı bireysel buluşları, bireysel çabaları da yerle bir etti. O değerli insanlar ya canlarından oldu ya da sürüldüler.

Osmanlı hiçbir zaman bir üretim devleti, üretim toplumu olamadı. Sanayide, teknolojik alanda bir varlık gösteremediği gibi, doğal alt yapısı olan tarım ve hayvancılık alanlarında bile hiçbir girişimi olmadı. Türkler, Milli Mücadelelerini Kara Saban ve Kağnı Arabasıyla kazandılar.

 

1826, Yeniçeri Ocağının kaldırılması

Şu soruların cevabını düşünün.

Bir zamanların ihtişamlı Yeniçeri Ocağı niye bozuldu, niye süreç içinde, akılcı, gerçekçi düzenlemeler, yenileştirmeler yapılmadı? En büyük günah kimde? Her yanlışın çapı, yapanın çapı kadardır, küçük insanlar “ateş olsa cürmü kadar yer yakar”, küçük insanların Yeniçeri Ocağı’nı bozmaya gücü yetmez.

 

Bir sultan, babasına açtığı savaşta yeniçerileri yanına almak gereğini duymuş ve onların desteğini kazanmış ise ödediği bedelle bozulmanın kapısını ardına kadar o açmıştır. Daha sonra Çaldıran savaşı öncesi Yeniçeri Ocağı’nın ona başkaldırması doğal sonuçtur. Ama biz bozulmanın nedenlerinin üstünü örtüp, o padişahın atına atlayıp, “erkek olanlar benim arkamdan gelsin” diye evcilik oynar gibi haykırması bize bir kahramanlık destanı gibi anlatıldı. Bu bir örnek, öncesi de olabilir, sonrasında da yeniçerileri yanlarına çekmek için ne “Ulufeler” dağıtıldığını tarih yazıyor. “Balık baştan kokar”, “Yılanın başı küçükken ezilir”.

 

Yeniçeri Ocağı kaldırılırken yapılan katliam, tahribat hangi siyasi ve insani ölçüye sığar, kimden, neyin intikamı alındı? Bu katliam savaşta bile yapılsa savaş suçu kapsamına girer.

 

1300’lü yıllarda, Yeniçeri Ocağı kurulduğunda, kültürel bağlamda, Hacı Bektaş Veli Dergahı’na bağlanmıştı, nedeni ne? Sonra ne değişti de, hangi zihniyetin yerini hangi zihniyet aldı da yeni kurulan ocak Nakşibendi Dergahı’na bağlandı? Bu düşünce değişikliğindeki iç ve dış etkenler ne? Bunları bilmeden kendimizi tanıyamayız, bizi aldatırlar, bizi kullanırlar.

 

Yeniçeri Ocağı kaldırılırken, ocağa yapılan kadar kıyım, Bektaşi Dergahı’na ve onların ileri gelenlerine yapıldı. O kadar ki yapanların elebaşlarından biri, “Yeter, çok ileri gittik” diye günah çıkarmak zorunda kalmıştı. Bütün bunlar neyin kavgasıdır?

 

1829, Yunanistan’ın bağımsızlığını kazanması

Arkadan ötekiler geldi.

1839 Tanzimat Fermanı

Çok insan zannediyor ki, Osmanlı nihayet gerçekleri gördü, ayağı yere bastı, çağdaşlaşma, devletin yapısını yeniden düzenleme, halkının “İnsan Haklarını” teslim etme bilincine ulaştı. Hayır, Tanzimat Fermanı, Batı’nın, Hristiyan azınlıkların haklarını korumak ve Osmanlı’yı zora sokmak, zayıflatmak için attırdığı bir adımdır. Tanzimat Fermanı’yla Padişahın azınlıklarla ilgili bazı yetkileri kısıtlandı, onlara haklar verildi, Türk toplumunu kapsayan iyileştirme olmadı.

 

1856 Islahat Fermanı

Gene Batılıların zorlamasıyla, Tanzimat Fermanı’nın kapsamını genişletmek ve uygulanmasını sağlamak için yayınlanmıştır. Az da olsa, bir laikleşme hareketi başladı.

Gayrimüslimler kazandıkları imtiyazlarla Müslümanlardan daha avantajlı duruma geldiler. Dine dayalı devlet yapısı değişmedi, fakat yeterli olmasa da, dini okullar ve şeriat mahkemelerinin yanında laik eğitim yapan okullar ve hukuk mahkemeleri kuruldu.

 

1856 Osmanlı ilk defa resmen Avrupalı devletlere borçlandı

 

Düyunu Umumiye

Osmanlı o kadar borçlandı ki, Batılılar alacaklarını tahsil edebilmek için Osmanlı vergilerine ve gelirlerine el koyup, alacaklarını tahsil edip, artanı Osmanlı’ya bırakmak gerekçesiyle Düyunu Umumiye Kurumu yaşama geçirildi.

 

Abdülhamit

Enteresan bir kişi, zekası, bilgisi, değerlendirmesi yerinde bir padişah, bilinmeyen yönü yeteneklerini ne zaman, ne için kullandığıdır. “Osmanlıcıların” gözdesi bir padişah olması onu tanımak için bir gösterge olabilir.

 

Satır başlarıyla bazı olayları hatırlatayım:

 

Abdülhamit tahta çıkabilmek için aydın kesimin önde gelenleriyle yakın ilişkiye girdi, onların amaçlarına sıcak baktı, onlardan biriymiş gibi davrandı, anayasayı ilan etme sözü verdi ve tahta çıktı

1876’da anayasayı kabul ve ilan etti, Meşrutiyet yönetimi yaşama geçti. Her yönüyle alkışlanacak bir değişim.

Kısa süre sonra, anayasanın ve Meşrutiyetin en önde gelen kahramanı Mithat Paşa’yı sürgüne gönderdi ve orada boğdurdu. 1877-1878, Osmanlı-Rus Harbini bahane ederek anayasayı yürürlükten kaldırdı 33 yıl ülkeyi İslamcı istibdatla yönetti..

Donanmayı Haliç’e kapatarak 30 yıl sürecek bir hapis hayatı yaşattı.

Gemiler çürümeye terk edildi, denizcilik de ruhu da öldürüldü. O kesimden saltanatına gelebilecek bir tehlikeyi önledi, yabancı tehditlere karşı kapıları ardına kadar açtı, devleti harcadı.

 

1877-1878 Osmanlı Rus Harbinde, Ruslar Yeşilköy’e (Ayestefanos) kadar geldiler, heykellerini bile diktiler. Kıbrıs’ı İngilizlere vererek Rusların çekilmesini sağladı.

Türkçü, İttihat ve Terakki Partisi, 1908’de, asker-sivil iş birliği içinde, Abdülhamit’e zorla anayasayı tekrar yürürlüğe koydurdu..

31 Mart Vakası miladi takvime göre 13 Nisan 1909’da gerçekleşti. Anayasayı yürürlükten kaldırma amacını dönük gerici bir ayaklanma, arkasında Abdülhamit var. “Osmanlıcılar” bu gerici hareketi millete “Vakayı Hayriye” yani “hayırlı olay” şeklinde takdim ediyorlar. Demokrasiyi tahrip etmeyi, geriye gidişi Vakayı Hayriye diye niteleyen zihniyetten hayır bekle.

 

Meclis, Abdülhamit’i Tahttan İndirme kararı aldı. Kararı tebliğ eden dört kişilik

Meclis Heyetinde sadece bir Türk-Müslüman vardı, diğerleri başka din, başka etnik gruptandı.

 

İslamcılığıyla övünen, Osmanlı’ya “İslamcı” kimliği kazandırmak gayreti içinde olan Abdülhamit’in yapılandırdığı Osmanlı Meclisi’nin ve onun temsilcilerinin yapısı bu.

1911, Trablusgarp ve Bingazi’nin kaybedilmesi

 

1912-1913, Balkan Harbi

Savaşların kazanılması için elden gelen her şey yapılmalı, elde olmayan nedenlerle savaş kaybedilebilir. Bağıra bağıra gelen Balkan Harbi öncesi bütün imkanları kullanıp, ortamı hazırlamamış olmak yönetimdekilerin yüz karasıdır, devlet ve toplum için fecaattir. Balkan Harbi, gerçekleri saklayan, halkı aldatan “Osmanlıcıların” aynasıdır.

1914-1918, Birinci Dünya Harbi

Dört sene, dört cephede, kazansak bile, hiçbir zaman sahibi olamayacağımız hedefler için insanlarımızın kanı döküldü, çünkü müttefikimizin siyasi ve askeri politikası onu gerektiriyordu. Doğru çizgilerde, doğru hedefler için savaşsaydık can kaybımız daha az, harbin sonunda elimizde kalan değerler daha fazla olurdu. İnsanlarımızı kurbanlık koyun gibi kullananları lanetliyorum. Birinci Dünya Harbinin bizim açımızdan yüz akı ve bugünkü varlığımızın temeli Çanakkale Deniz ve Gelibolu Kara Savaşlarıdır. Başta Mustafa Kemal Paşa olmak üzere, tüm şehit ve gazileri, gencecik okul çocuklarını minnetle, şükranla anıyor, onlara Allah’ın rahmetini diliyorum.

30 Ekim 1918, Mondros Mütarekesi

Osmanlı’nın kendi imzasıyla, kendisini fiilen bitirip, şartsız teslim olduğu ateşkes anlaşmasıdır. Ateşkes anlaşmaları savaşı durdurup müzakereleri başlatan uygulamalardır, bu teslimiyet belgesinde müzakere döneminde bile zor verilecek tavizler verilmiştir.

 

20 Ağustos 1920, Sevr Anlaşması

Osmanlı’nın kendi imzasıyla, kendisini hukuken bitiren, uluslararası anlaşmadır.

Batı devletlerinin, “Şark Sorunu”nu çözmek için, asırlardır peşinden koştukları sonuçtur. İmzalayanların, onaylayanların yüz karası, uluslararası bir belgedir.

 

Bu bilgileri değerlendirmenize sunarken gelecek yazımızda Osmanlı’nın çöküş nedenlerini ele alacağımızı da belirtmek isterim. Osmanlı’nı çöküşünü daha iyi anlamak için Kuyucu Murat Paşa’dan Genç Osman’a, Abdülhamit döneminden Sevr’e uzanan süreci iyi değerlendirmek gerekiyor.