YAŞAM

Bir geziden notlar

Gezmek güzel bir şey. Dinlenir, eğlenir ve de öğrenirsiniz. Dilimizde, çok gezenin, çok okuyandan daha çok bileceğine dair bir söz var. Aslında öğrenmek, bilmek açısından, okumak ve gezmek, farklı yönlerden birbirini tamamlayan çabalardır. Çok ve de doğru bilmek için, hem çok okumak ve hem de çok gezmek gerekir.

Türkiye’yi iyi tanıdığımı iddia edebilirim, bu bir övünme değildir. Batı dünyasının da birçok yerini gezip gördüm. Asya’yı ve Ortadoğu’yu, çok arzu etmeme rağmen, gezmemiştim. Sıra o bölgelere geldi. Dilerim gezer, görürüm. İlkini gerçekleştirdik, eşimle beraber, bir turla Moskova ve Sent Petersburg’a gittik. On bir günlük, benzerlerinden biraz pahalı ve de yorucu bir gezi oldu. Eğer, eğlenmek ve dinlenmek yerine öğrenmeyi ön plana çıkarıyorsanız yorgunluğuna da, masrafına da değer.

Uçakla Moskova’ya gittik ve bir gemiye yerleştik. Gemi hem otel, hem de seyahat aracı. Görünen kısmı beş katlı, büyük bir gemi. Her gezide beklentinin dışında, olumlu veya olumsuz bazı sürprizler olur, burada da oldu. Bunları doğal kabul ediyor ve ilginç bulduğum bazı hususları not etmek istiyorum.

Moskova büyük bir şehir, yaşayan nüfusun resmi istatistik rakamlarının çok üstünde olduğunu söylüyorlar. Bu sayının çoğu Sovyetler Birliği’nden ayrılan ülkelerden, çalışmak için gelen insanlarmış. Kremlin kompleksi şehrin çekirdeğini oluşturuyor. Saraylar ve Ruslara has mimarideki Ortodoks Kiliseleri ağırlıkta. Onlarca Üniversitesi, tiyatrosu, sanat galerisi, müzesi, yüzlerce anıtı ve çok geniş yolları ile beğenilecek bir şehir. Bunların çoğunu veya benzerlerini Batının büyük merkezlerinde görmek mümkün. Ancak, iki husus var ki, başka yerlerden çok farklı.

Birisi, yeşil alanları ve parkları, diğeri metro sistemi. Doğa müsait, alanlar geniş, elbette geniş parklar olur diyenler çıkabilir. İş öyle değil, bu bir şehircilik kültürü olsa gerek. Parklar, yeşil alanlar, dönme dolapların, çığırtgan müzikle etrafı rahatsız eden gazinoların mekanı değil. Zamanı gelip de biçilmemiş çim göremiyorsunuz. Gezerken dinleniyorsunuz. Gözümün önünden, Ankara’daki Gençlik Parkı, Atatürk Orman Çiftliği, İstanbul’daki Gülhane Parkı, Taksim Gezisi, İzmir’in Konak Meydanı geçti. Sent Petersburg’da benzer manzara hakim. Sent Petersburg’daki fıskiyeli parkın dünyada bir benzeri olabileceğini sanmıyorum.

Moskova Metrosu, gerek işlevsellik, gerekse mimari yapı bakımından gıpta edilecek bir eser. Üç ayrı katta, üç ayrı istikamette çalışan, 270 adet istasyonu olan, her istasyondan, günün yoğun saatlerinde iki dakikada bir tren geçen ve her yıl yüzde on kadar büyüyen bir sistem. Metro istasyonlarındaki süslemeler sanata ve hatıralara saygının simgesi. Sent Petersburg metrosunu göremedik, daha küçük fakat farklı güzelliğe sahip, dünyanın en derin metrosu olduğunu söylediler, zira metro hattı, koca Neva Nehri’nin yatağının altından geçiyormuş. Bu iki metro istasyonunun hangi yıllarda yapıldığını not etmemişim. On yıllık mazisi olan ve istasyon sayısı iki elin parmaklarını geçmeyen İstanbul metrosunu düşündüm

Kremlin asırlar içinde oluşmuş bir kompleks. İmparatorluk veya büyük krallık geçmişi olan ülkelerde benzerleri var. Rejim değişikliğine rağmen Lenin’in mozolesinin muhafaza edilmişler.

Moskova’dan Sent Petersburg’a gemi ile gittik. 1800 kilometreyi kapsayan, nehirlerin doğal ve suni göllerin kanallarla birleştirilerek oluşturulan bir su yolu. Karayolu ağı gibi çalışıyor. Yol boyunca, gemimiz onlarca defa havuzlara girip seviye alçaltarak veya seviye yükselterek yoluna devam etti. Bu su yolunda her türlü gemiyi gördük, petrol veya gaz taşıyan tankerleri, kum taşıyan tekneler ve yüzlerce yolcu gemisini. Üç tarafı denizlerle çevrili benim ülkemi düşündüm. Sahillerimizdeki yerleşim merkezleri arasındaki ulaşım bile karayolu ile yapılıyor. Doğal güzelliğe ve tarihi zenginliğe sahip sahillerimize yabancı gemiler turist getiriyor ve saatlere sığan bir serbest zamandan sonra alıp götürüyor.

Sent Petersburg, bizim deli dediğimiz, Petro tarafından, 1703 yılında kurulmuş ve yaklaşık iki buçuk asır Çarlık Rusya’sına başkentlik yapmış bir şehir. Moskova’dan daha çok bir Avrupa şehri gibi. Saraylar, kiliseler, üniversiteler, tiyatrolar burada da çok fazla. Deli Petro, aslında çok akıllı bir lidermiş. Rusya’yı Batlık sahillerine çıkarabilmek için 21 yıl süren bir savaştan sonra bu toprakları İsveç’ten almış ve Rusya’nın malı yapmış. Denizlere açılmak, hele sıcak denizlere çıkmak Rusya’nın bilinen, tarihi hayalidir. Baltık Denizi’ne çıkıp orada tutundu, fakat güneye, sıcak denizlere inemedi. Bunun nedeni, Osmanlı ve İngiliz İmparatorluklarının çıkarlarının ilk defa, bir noktada birleşmiş olmasıdır.

Sent Petersburg’da, Baltık sahilinde durup, karşıdaki, Finlandiya sahillerine bakarken aklımdan neler, neler geçti; Acaba dedim; Osmanlı, Tuna Nehri’nin güney sahillerinde durup, aldığı yerleri tahkim etse; Anadolu’yu Ana Vatan kabul edip imar etse; teknikte, sanatta ilerlese; haraç kazancından üretim kazancına geçse; çağının gelişmelerine gözünü ve kulağını tıkamasaydı; kısaca, nakillere göre hareket etme yerine akılla hareket etseydi, milyonlarca şehidin kanı pahasına kazanılan o topraklardan, bu kadar kolay, geri atılabilir miydi? İnsanlarımız hem giderken, hem de dönerken bu kadar büyük can ve mal kaybına, bu kadar çileye maruz kalır mıydı? Cihan İmparatorluğu’nun varisleri bugünkü durumda olur muydu? Sonra dönüp kendime sordum; Kabul etki, Osmanlı yanlış yaptı, söyler misin bugün; yapılanların o gün yapılanlardan ne farkı var? Bugün Türkiye’de yapılan en büyük kavga rejim kavgası değil mi? En büyük kavga, bilime ve akla dayalı bir rejim yerine nakle dayalı bir rejim getirme kavgası değil mi? Bizde bir yanlışlık, bir eksiklik var. Bulup da, çözebilene ne mutlu. Gezdiğimiz yerler, Rus Federasyonu’nun en parlak şehirleri idi, küçük yerlerin, kırsalın nasıl olduğunu bilemiyorum, ancak bu iki şehirde gördüğüm on beş yirmi kadar dilencinin ikisi-üçü, sarhoş Rus, diğerleri başı bağlı, kucağında veya yanında bir çocukla köşe başını tutmuş, ülkemizde de görmeye alışkın olduğumuz, kadınlardı. Sormadan da belli oluyor, Orta Asya ülkelerinin insanları idi.

Bu seyahatte hiç kararmayan beyaz geceleri de gördük. Yararlandım, düşündüm.. Kazanımlarımı, bir şekilde, ülkemin insanlarının yaşam koşullarının iyileştirilmesi için kullanabilirsem mutlu olacağım.

Arayan mutlaka bir şeyler bulur…