HİKAYEM

Emekli Tümgeneral
Yazar
Stratejist

“Doğrular ortamın ve çağın gerekleridir, değerleridir. Gerçekler ise yaşananlardır. Yaşananlar doğrularsa işte o ideal toplumdur.

Doğru ile gerçek

Cemil Özer’in hayatı iki farklı dönemden oluşuyor. Küçük yaşlarda adım attığı Türk Silahlı Kuvvetleri’nin komuta kademesinde kariyer yaptı, önemli başarılara imza attı. Emekli olduktan sonra akademik çalışmaları, yazıları ve televizyon programlarıyla aktif bir sosyal hayata imza attı. Özer, “Arayış” kelimesine çok önemli bir anlam yüklüyor. İlk kitabını da “Arayış” başlığıyla yayınlayan Özer, bireyin kendisini ve çevresini geliştirmesi için aramaktan ve sorgulamaktan vazgeçmemesi gerektiğini söylüyor.

Profesyonel olarak askeri yaşamı terkettikten sonra sosyal antropoloji alanında akademik eğitim alan Özer askeri konuları ustalıkla sivil hayatla birleştiriyor. Küresel gelişmeler ışığında yanıtlarını bulmakta güçlük çektiğimiz çok aktörlü sorunlara aydınlatıcı bakış açısıyla farklı pencereler aralıyor. Derin bir tarih bilgisine sahip olan Özer, uzun yıllar kaldığı yurt dışı görevleri ile uluslararası ortamlardaki deneyimlerini güncel siyasi ve ekonomik gelişmelerle buluşturuyor. Toplumsal olaylarda yanlışların birçoğunun yanlış olduğunun bilinmediğine dikkat çeken Özer, Türk dış politikası, günlük siyasetimiz ve tarihimizden ibret verici örneklerle görüşlerini açıklıyor. Özer, yakın tarihimiz, uluslararası ilişkiler ve Türk dış politikası ile askeri ve güvenlik stratejileri konularında aranan bir konuşmacı olarak dikkat çekiyor.

*1935 yılı, Kasım ayı, (aile notu; 1 Kasım) Arapgir-Çimen Köyü, Binbaşıgiller ailesinde bir çocuk dünyaya geldi; adını Cemil koydular.

*1900’lü yılların, İstanbul-Kasımpaşa Bölgesi Jandarma Komutanı, üç adet Mecid-i Nişan ve Osmanlı-Yunan Harbi sırasındaki çabalarından dolayı, Üstün Hizmet Takdirnamesi ile mükafatlandırılmış, Jandarma Binbaşı Mehmet Efendi’nin torunu Süleyman Özer ile, Osmanlı Bankası Odacı Başı İbrahim Efendinin kızı Nuriye Özer’in üçüncü oğulları; Cemil Özer

*Babasının Devlet Demiryollarındaki memuriyeti nedeniyle, beş yaşında, gurbete, Afyon’a gitti. Evleri, o tarihte yapım halinde olan, İmaret Camiinin karşısındaydı.

Küçük ailesi ile beraber fakat büyük ailesinden uzak düşmüştü. ‘’Yalnızlık’’ duygusu ve çevrenin ‘’Yabancı’’ bakışıyla ilk defa tanıştı. İkinci Dünya Harbi yıllarının karneli ekmek döneminin sıkıntılarını yaşadı. Öğrenimine, Afyon’da, Kadınana İlkokulu’nda başladı. Afyon’a alışmış, Afyon kalesine bile çıkmıştı.

*Köyüne ancak yaz tatillerinde gidebiliyor ve bundan zevk alıyordu.

At sırtında, İn Çayı’ndaki, Çimen Değirmenine buğday götürüp un getirir, hasat zamanı tarlada çalışan ev halkına ve ırgatlara su ve yiyecek taşır, harmanda düven sürerdi.

Kozluk Çayı’nı at sırtında geçip, Arapgir’e gittiklerinde tandır kebabı yiyebilirse mutlu olurdu.

Büyük babası onu dizinin dibine oturtup başını okşar, ‘’Burası Muştur, yolu yokuştur. Giden gelmiyor, acep ne iştir’’ türküsünü mırıldanırdı. Çok sonra öğrendi ki, büyük baba türkü söyleme zevkini tatmin etmiyor, asker olarak Yemen’e gidip geri dönmeyen ağabeyinin acısını dile getiriyormuş.

*Babası, memlekete daha yakın olmak için görevinin naklini istedi, 1945 yılında Malatya’ya göç ettiler.

*Malatya Lisesi Orta Kısmından mezun oldu. Yazılı sınavdan ve sağlık muayenesinden geçerek, 1951 yılı Eylül ayında hiç tanımadığı “Askeri Öğrenci” ortamına adım attı.

***

*Yepyeni bir ortam; İstanbul, Kuleli Askeri Lisesi, yatılı okul, aileden ilk ayrılış… Başlangıçta, eskiler, yeniler, biz, siz, onlar çemberini kırmak, ortama uyum sağlamak, kendini kanıtlamak zorluğunu yaşasa da arkadaşlık ilişkileri süratle gelişti, Kuleli Askeri Lisesi’nin kendine özgü anlamlı güzellikleriyle bütünleşti.

Dördüncü sınıfta, ders yılının ortasında, Okul Komutanı değişti, yeni komutan çok büyük değişiklikler yaptı. Kuleli sürecini hep sevmiş, övmüştü, fakat son altı ayda yaşadıklarıyla her şeyin daha da iyisinin olabileceğine yaşayarak inandı. Malzeme ve koşullar aynı olsa bile yoğuran, pişiren insan farklı ise ürün de farklı oluyor. Yeni komutanı her zaman şükranla andı ve sorguladı; niye bu çapta insanların sayısı çok az.

*1955 yılında Harp Okulu’na geldi, uzaktan tanıdığı, Harbiyeli Ruhunun bir parçası oldu. 1957 yılında, Kara Harp Okulu’ndan, Topçu Subayı olarak mezun olup, Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) saflarına katıldı. Subay olarak, Kara Harp Okulu ve Topçu Okulu’ndaki birer yıllık öğrenimini tamamladı.

*1959 yılı Eylül ayından itibaren, Türkiye’nin farklı bölgelerinde, Topçu-Ölçme Birliklerinde, Takım ve Bölük Komutanlığı yaptı.

*1962 yılında, baba tarafından Arapgir, anne tarafından Kemaliye (Eğin) torunu, İstanbul-Üsküdar doğumlu, dördüncü göbekten kuzen, Semra Nimir’le evlendi..

*1963 yılında ilk çocukları, İstanbul-Üsküdar doğumlu, Yaprak Özer dünyaya geldi.

*Kara Harp Akademisi giriş sınavını kazandı, iki yıllık öğrenimden sonra, 1972 yılında Kurmay Subay oldu.

*1974 yılında ikinci çocukları, Ankara doğumlu, Başak Özer dünyaya geldi…

*Çeşitli elemelerden geçtikten sonra, 1974 yılında, bir buçuk yıllık eğitim için ABD Komuta ve Kurmay Koleji’ne gönderildi. İlk defa uluslar arası bir ortama girdi.

Bin kadar ABD kara, deniz, hava ve deniz piyadesi subayı ile dünyanın kırka yakın ülkesinden gelmiş, yüz kadar yabancı subaydan oluşan bir ortam. Kültürler, inançlar, siyasi hedefler, davranışlar çok farklı. Farklılıkların çoğu doğaldı, fakat bildiği bazı konuların bazıları tarafından farklı dile getirilmesini yadırgamıştı. İnsanlar doğruları değil, kendilerine ezberletilenleri konuşuyorlar. Aldanmamak için, doğru gözlem, doğru değerlendirme yapmak, görünenin, söylenenin arkasında neyin saklı olduğunu çözmek gerekiyor. Bu da, bilgili, bilinçli, gerçekçi olmakla mümkün. O ortamdan çok şey öğrendi.

*ABD dönüşü, Kara Harp Akademisi’nde, Öğretim Üyesi olarak, görevlendirildi… Türk Silahlı Kuvvetleri’nin en üst düzey eğitim kurumunda öğretim elemanı olmanın mutluluğunu yaşarken, yüklendiği sorumluluğun bilincinde yoğun bir çalışma dönemine girdi.

*1976 yılında, Roma, NATO Savunma Koleji’ne seçildi. Altı aylık sürede, uluslararası ortamda isim yapmış uzmanların konferanslarında, seminerlerde ve panellerde tartışılan görüşlerden çok yararlandı.

*Dönüşte, Kara Harp Akademisi’ndeki Öğretim Üyeliği görevine devam etti.

Kurmay subay adaylarını askeri teknik, taktik, stratejik bilgilerle donatırken, geleceğin üst düzey komutanlıkları için de hazırlamak gerektiğine inanıyordu. Türkiye’nin ulusal konseptinin uluslararası konseptler içindeki yerini doğru değerlendirmeye ve öğrencilerinde geniş bir bakış açısı yaratmaya büyük özen gösterdi.

*1978 yılında atandığı, İtalya, Napoli, NATO Karargahında iki yıl şube müdürlüğü yaptı. NATO’yu nazari bilgilerle iyi tanırdı, içinde yaşayarak daha gerçekçi kriterlerle tanıma fırsatı buldu.

*NATO’ya girişi, Türkiye için bir dönüm noktasıdır, uluslar arası ortamda iyi bir konuma geldi, NATO’nun bilgisinden ve maddi yardımlarından yararlandı. Buna karşın NATO da Türkiye’den çok yararlandı. Eğer daha bilgili, akıllı, gerçekçi olunsaydı alınanlardan daha fazlasının alınabileceğini değerlendiriyordu.

Siyaset. At binenin, kılıç kuşanın. Doğru insan, doğru sistem her zaman, her konuda çok önemli, dış ilişkilerde daha da önemlidir…

*1980 yılında, yurda döndü. Edirne-Uzunköprü’de iki yıl, Alay Komutanlığı yaptı.

*30 Ağustos 1982’de, ilk hakkında tuğgeneral rütbesine yükseldi.

*1982-1984 yıllarında, İzmir, NATO Karargahında, uluslar arası ortamda, Kurmay Başkanı yardımcısı olarak görev yaptı.

*1984-1986 yıllarında, Kars’ta, aynı zamanda hudut sorumluluğu olan, Mekanize Tugay Komutanlığı yaptı..

*1986 yılında, ilk hakkında, Tümgeneral rütbesine yükseldi.

*1986-1988 yıllarında, İzmir, NATO Karargahında, uluslar arası ortamda, Kurmay Başkanı olarak görev yaptı.

*1988-1990 yıllarında, Edirne-Keşan’da, aynı zamanda hudut sorumluluğu olan, Tümen Komutanlığı yaptı.

*30 Ağustos 1990’da, “Kadrosuzluk” nedeniyle emekli edildi.

Askeri parkurda, on beş yaşında başlayıp, kırk yıl süren, zorlu ve onurlu yürüyüşü, elli beş yaşında, bilgi, birikim ve fiziki güç bakımdan en verimli çağında, bir anda sonlandı.

Ülkeye ve kendisine hayırlı olmasını dileyerek askeri defteri kapattı.

***

*Yeni bir defter açtı… Emeklilik her şeyin bittiği anlamına gelmemeli, kimse birikimlerinin üstünü örtüp küflenmeye terk etmemeli görüşündeydi.

*İnsan, ulus, ülke, devlet kavramlarının ifade ettiği değerleri korumak, geliştirmek, zenginleştirmek için, hizmete nasıl devam edebilirim arayışına girdi.

*TSK’nın, Türk ulusu ve T.C. Devleti içindeki yaşamsal önemi nedeniyle kesinlikle yıpratılmaması, aksine güçlendirilmesi için gereken bütün önlemlerin alınmasının, bu kapsamda doğru insanı seçmenin, doğru insanı yetiştirmenin ve yetişmiş insandan azami süre yararlanmanın şart olduğunu hep vurguladı. Toplum için her değer önemli fakat yetişmiş, dürüst insandan daha üstün bir değer yoktur.

*Siyasetten anlar ve takip ederdi. Aktif olabilir miyim gözüyle yokladı, yapamayacağını gördü..

*Bir yılı aşkın süre, bir TV kanalında, ekip içinde haftada bir gün, “Üçüncü Göz” isimli canlı yayında, güncel siyasi konuların ve tarihi olayların analizini yaptı.

*Beş yılı aşkın süre, Marmara ve Yeditepe Üniversitelerinde, Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Dersleri verdi.

*Yeditepe Üniversitesi’nde, Sosyal Antropoloji dalında doktora programını bitirip tez aşamasına geldi…

*Arayış ve Atatürk isimli kitapları yayınlandı. Çalışmalarını sürdürüyor, yazıyor, konuşuyor, gücünün yettiği kadar, insanların aydınlanmasına katkıda bulunmaya çalışıyor.

***

Düşüncelerinden Bazı Satır Başları

—————————————————

*İnsan olarak doğulur, adam olmak için çaba gösterilir. Adam olmak, “kamil insan”, “erdemli insan” olmak demektir.

Filozof diyor ki: Devleti yönetenler erdemli insan ise, kanun olmasa da önemli değil. Onlar kanun varmış gibi doğruyu, olması gerekeni yaparlar. Devleti yönetenler erdemli insan değilse, kanun olsa da para etmez. Onlar, kılıfına uydurarak, çıkarlarına uygun olanı yaparlar.

*Erdemli yöneticilere sahip olmak bir şanstır. Ancak, yönetici konusu şansa bırakılamaz. Toplum, erdemli insan yetiştirmeli, yöneticilerini erdemli insanlar arasından seçmeli ve seçtiklerini mutlaka denetlemeli. Toplum, egemenlik kavramının anlamının bilincinde olmalı, seçtiği vekillerinin esiri olmamalı.

*İnsanların ana hedefi, teknik, ekonomik, hizmet alanlarında, üretim yapmak, bir başka ifade ile, kültürel değerler üretmektir. Üretmeyen insanlar, eksiktir, tembeldir, asalıktır.

*Üretim, kişinin kendisinin, çevresinin, ulusunun ve son aşamada, tüm insanlığın refahını ve güvenliğini sağlamaya dönük olmalı.

*Üretilen her şeyin değeri eşit değildir, fakat üretilen her şeyin mutlaka bir değeri vardır. “Tahıl ekmek, bir yıl sonrayı, ağaç dikmek, on yıl sonrayı, doğru eğitilmiş, aydınlık insanlar yetiştirmek, yüz yıl sonrayı güvence altına alır.”

*En değerli ürün çağdaş, aydınlık insandır.

Eğitim ve aydınlanma, ailede başlar, yaşam boyu, her ortamda sürdürülür.

Bilgili, bilinçli, güçlü, evlatlar, öğrenciler, gençler yetiştirmek en büyük vatanseverliktir. Çağdaş insan, çağdaş toplumun temel taşıdır..

Mustafa Kemal Atatürk, Milli Eğitim Bakanı yaptığı, Saffet Arıkan’a; “Senden, kendi ayakları üzerinde durabilecek gençler yetiştirmeni istiyorum” diye talimat vermiştir.

*Doğru eğitilmiş, aydınlanmış, kültürlü insanlardan oluşmuş kültürlü toplumlar, çağın değerlerini bilirler, çağın değerlerini yaşarlar, refah ve güvenlik içindedirler.. Dürüsttürler, adaletten taviz vermezler. Demokrattırlar, uzlaşmayı bilirler. İnsanı severler, adil paylaşımı benimserler. Doğayı korurlar, doğasız yaşayamazlar.

*Çağdaş insanın yetiştirilmesinde, çağdaş toplumun oluşturulmasında herkesten eşit katkı beklenemez, katkı, güçle, yetenekle ve özveriyle orantılıdır. Ancak, herkesin, gücünün yettiği kadar katkıda bulunması, insani ve vatandaşlık sorumluluğudur. En büyük sorumluluk da en bilgili insanlarındır, çünkü doğruları daha iyi bilirler, büyük yatırım onlara yapılmıştır, topluma borçludurlar.

*İnsan yaşamı sonludur değiştirilemez. Ulus yaşamı sonsuza uzatılabilir. İnsanlık var oldukça var olmak isteyen bir Ulus, bireylerini, ülkenin bayrağını yere düşürmeden, birbirine devrederek taşıyacak güce ve bilince sahip, bayrak yarışçıları olarak yetiştirmek, zorundadır.

*Atatürk’ün kurduğu Türkiye Cumhuriyeti Devleti, Türk kültürü temeline dayalı, ulusal, laik, demokratik, hukukun üstünlüğünü özümsemiş, sosyal, bir devlettir.

*On sekizinci yüzyılda milliyetçilik akımı ırk ve din birliğine dayanıyordu. Değişim kaçınılmaz bir olgu, milliyetçilik kavramının yerini ulusçuluk kavramı aldı. Ulusçuluğun temeli kültür birliğidir. Kültür kavramının içinde, ırk ve inanç değerleri de var, fakat dominant faktörler değiller.

*Kültür Birliği, geçmişten gelen ortak değerlerin, coğrafi bütünlüğün, refah, güvenlik ve gelecek teminatı gibi faktörlerinin etkin olduğu, karşılıklı sevgi, saygı ve güvene dayalı bir anlayıştır.

*Türk, tarihi süreç içinde, coğrafyaların, iklimlerin, uygarlıkların, yaşanmış mutlu ve çileli olayların yarattığı, kültürel yanı ağır basan insandır. Türk, kendini Türk hissedendir. Türk insanını Türk kültürü, Türk kültürünü Türk insanı yaratmıştır.

*Türk Kültürü, insani değerleri, ulusal değerleri, vatan ve devlet kavramlarını, ulusal bağımsızlığı, bireysel özgürlüğü öne çıkaran, uzlaşmayı ve kucaklamayı bilen, sevecen bir oluşumdur.

*Laiklik kavramı, bir değeri yok saymak, inkar etmek anlamını taşımaz. Laiklik din alanında olduğu kadar ırk alanı için de söz konusudur.

*T.C. Devleti’nin Laiklik anlayışı, inanç ve ırk dahil her türlü kültürel değerin, bireysel ve gruplar bazında, varlığını kabul eden, birinin diğerini baskı altına almasına izin vermeyen, herhangi birinin devlet yönetiminin temel ilkesi olmasını, bağlayıcı anayasa hükmü ile ret eden, bir anlayıştır.

*Bir ulusu yok etmenin en etkin yolu, kültürünü yok etmektir. “Yakılan donanmanın”, tahrip edilen topun, tüfeğin, uçağın yerine yenileri konulabilir, ölen insanların yerini arkadan gelen nesiller alabilirler, fakat kültür yok edilirse, insanlar kimliksiz olarak yaşamlarını sürdürseler bile, Ulus biter..

*Bize saldıranlar, topumuzu, tüfeğimizi, teknolojimizi, insan sayımızı kendilerine tehdit gördükleri için saldırmıyorlar.. Onların korktuğu, Türk Kültürü… 1920 de, Sevr anlaşması ile Türklüğü ve Türk Kültürünü bitirmişlerdi.. Mustafa Kemal Atatürk Türklük cevherini ateşledi, Türk, ulusal mücadelesini verdi ve 1923’de, Lozan’da, Türk kültürü temeline dayalı Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni, uluslararası kayıtlara tescil ettirdi..

*Ulus varsa, vatan ve devlet vardır.. Kültür varsa, ulus vardır.. Ulusun, vatanın, devletin kaynağı kültürdür.. Türkiye Cumhuriyeti Devleti, Türk kültürünün ürünüdür..

*Türk kültürü, ‘’Yurtta barış, dünyada Barış’’ ilkesini izler, başka kültürlere saygılıdır, bulunduğu ortama uyum sağlar, fakat asimile olmaktan özenle ve bilinçli olarak sakınır.

Cemil Özer

18 Mart 2011, İstanbul

Not: Bu biyografi Arapgir’den gelen bir çağrı üzerine hazırlandı. Anlamlı çabalarından dolayı çağrıyı yapanları kutluyorum. C.Ö.