ÜLKEM – İLKEM

İhtiyacımız ulusal bilinci güçlendirmek

”Kendi düşen ağlamaz” denir, mümkün mü, kendisi düşmüş bile olsa, canı yananın ağlaması kaçınılmaz. Aslında bu söz, ”Kendin ettin, kendin buldun”, yapmadan önce düşünmeliydin, şimdi kendini acındırmaya çalışmanın hiç bir yararı yok, hataların bedeli mutlaka ödenir, diyor.

O kadar değişik söylemler duyuyor, o kadar farklı olaylarla yüz yüze geliyoruz ki, doğruyu, yanlışı ayırmak çok zor, ama ağır bedeller ödememek için, bütün çabamızı göstermek zorundayız.

Demokrasi havarisi gösterisiyle, dikta kuruluyor. Kendimiz için gibi gösterilip, başkalarının amacına hizmet ediliyor. Yabancılara, Ülkenin varlıkları satılıyor, kapitülasyon niteliğinde siyasi haklar veriliyor. İçte öyle bir hesaplaşıyoruz ki sanki parçalanmanın eşiğindeyiz. ”Komşularımızla sıfır problem” deniyor, dün sarmaş dolaş olduğumuz komşuyla bugün savaşa girecek gibiyiz. O hale geldik ki, ”Allah birdir” deseler, bu doğrunun arkasından hangi aldatmaca gelecek diye endişe eder olduk.

Anlayış ve değerlendirme farklıklarımızın olması kadar doğal bir şey yok, ancak farklılıklarımız büyük çatlaklara dönüşmüş durumda. Düşünce özgürlüğünün boyutları aşılmış, tam bir psikolojik savaş yaşıyoruz. Dün övdüğümüz bireyleri ve kurumları bugün yerden yere vuruyoruz.

Bir yazar köşesinde, ”Kemalizm öldü. Kemalizm, artık gelişmenin önünde bir ayak bağı olmaya başladı” diyor. Aslında o kişi Batı’dan kulağına üflenen sözü tekrarlıyor. Gene de ona sormak lazım, Atatürk, ”Kemalizm” diye şablon bir düşünce sistemi mi ortaya koydu ki, o şablon ömrünü doldursun ve gelişmelerimizin önünü tıkasın. Atatürkçü geçinen yetersiz insanların veya Atatürk karşıtlarının ürettikleri ”Kemalizm” şablonlarının Atatürk’le ne alakası var? Eğer toplumumuzun büyük bölümü bilgili ve bilinçli olsaydı, bu maskaralıklara asla itibar edilmezdi, yazık ki, çıkarcıların maskesini düşürüp, gerçek yüzlerini ve dış güçlerle ilişkilerini ortaya koyamadık.

Sorularla bazı hatırlatmalar yapayım: Suudileri, Osmanlı’ya karşı kim ayaklandırdı ve destekledi? Suudilerin din anlayışının mimarı kim? Birinci Dünya Harbi sonunda Ortadoğu’yu kim yapılandırdı? İran Şahını kim sonuna kadar kullandı, sonra fırlatıp attı? Saddam’ı kim önce İran’la savaştırdı, sonra Kuveyt’e gönderdi, en sonunda da bir yer altı sığınağında işini bitirdi? Irak’ın bugünkü dört parçalı yapısını kim gerçekleştirdi? Kaddafi’yi saf dışı edenler daha önce yoluna halı serenler değil mi? Molla Mustafa Barzani’yi dışlayanlar bugün oğlu Mesut Barzani’yi ülkelerinde ağırlamaya kalkıyorlar, niye? Suriye’nin bugün savunulacak bir yanı yok, ama olayları körükleyeler kimler, amaç ne? Bütün bunları kurgulayanlar, yaptıranlar hangi söylemlerle yola çıkıyorlar, asıl amaçları ne? Diyelim ki Suriye’yi de parçalayıp Şii, Sünni, Arap, Kürt bölgeleri oluşturdular, dava bitecek mi, sıra kime gelecek? Böl, kaynaklarına el koy, doğrudan değil, taşeronlarla yönet politikası sürmeyecek mi?

Bunlar uluslararası siyasetin, süper güçlerin çıkarlarının bir gerçeği. Siyasette her şeyin olduğunu bilmek, oyunu olabildiğince doğru oynamak, tuzağa düşmemek esastır. Osmanlı süreci dahil, Cumhuriyet süreci dahil, biz bu oyunlarla çok karşı karşıya kaldık, yazık ki, yeterince ders almadık. Siyasette kin olmaz, siyasette sürekli dostluk, sürekli düşmanlık olmaz, devletlerin, ulusların varlığını devam ettirmesi, refahları ve güvenlikleri önemlidir. Doğanın kuralı da bu, güçlü olan yaşar, zayıf olan yem olur. Siyasette başarılı olmak da, kaybetmek de olağan, ancak adam olan siyasetçiler siyaseti taşeron olarak yapmaz, kendi ulusun için, akılla, mantıkla, sağ duyu ile yürütür. Dikkatinizi çekerim, ”Yeni Osmanlıcılık” ve ”Ilımlı İslam” projelerinin yabancı mimarları bize siyasi ve inanç kılıfı biçiyorlar. Budan hepimiz payımıza düşeni almalıyız ..

Özetle gerçek şu; Atatürk’ün kurduğu, Türk kültürüne dayalı, T. C. Devleti onlara büyük geliyor, istedikleri gibi kullanacakları bir boyuta indirgemek istiyorlar. Bunun için her türlü yöntemi deniyorlar, deneyecekler. Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni uydurma ”Kemalizm” söylemleriyle özdeşmiş gibi göstererek, ”Yeni Osmanlıcılık” gibi hamasi ve ”ılımlı İslam” gibi inanç söylemleriyle, çeşitli kesimleri etkileyerek devlete karşı bir tavır içine sokacaklar. Osmanlıyı yıkarken de içindeki ”milliyetçi” ve ”dinci” gruplarla işbirliği yapmışlardı. Bugün yaşadığımız sancılı süreç, Birinci Dünya Harbi sonunda, Mondros Ateşkes Anlaşmasından sonra yaşanan sürece çok benziyor.

Milli Mücadele yıllarında elbette ara hedefler vardı, onlar elde edilmeden ana hedefe ulaşılamazdı, ama şunu iyi bilelim ki ülkeyi iç ve dış düşmanlardan temizledikten sonra Atatürk’ün tek hedefi, kurduğu laik, demokratik, evrensel hukukun üstünlüğüne dayalı, halkçı T. C. Devletini ve uyandırdığı Türk ulusunu, kültürel olarak çağdaş uygarlık düzeyinin üzerine çıkarmak ve insanlık var oldukça refah içinde ve güvenli bir şekilde varlığını sürdürmesini sağlamaktı. Bütün mücadeleler, devrimler, ilkeler, bu amaca hizmet eden araçlar ve yöntemlerdir. Toplum yaşamında değişimler kaçınılmaz olduğundan çağın koşullarını göz ardı etmek mümkün değil, amaçtan sapmadan uygulama değişiklikleri elbette olacaktır. Atatürk, insanlıktır, çağdaşlıktır, bağımsızlıktır, özgürlüktür, barışçılıktır, tek kelime ile kültürdür. Atatürk’ü belli kalıplara sokmak, Atatürk düşüncesinin bittiğini söylemek, bilgisizliğin veya ihanetin göstergesidir.

Hep zorluklarla boğuştuk, şimdi de zor bir süreçten geçiyoruz, ancak ümitsiz değilim, aksine ümitliyim. Atatürk’ün kurduğu devleti ve canlandırdığı Türk kültürünü bugüne kadar resmi kurumlar eliyle korumaya ve yaşatmaya çalıştık. Geldiğimiz noktaya bakarsak pek de başarılı olduğumuz söylenemez. Halbuki Atatürk eserini resmi kurumlara değil, inandığı, güvendiği, bitmez tükenmez bir cevher olan Türk gençliğine emanet etmişti. Düne kadar Türk gençliği resmi makamların yönlendirmesiyle hareket etmişti. ”Bir musibet bin nasihatten evladır”; bazı münasebetsiz siyasilerin söylemleri gençliği uyandırmaya başladı, kendi bilinciyle davaya sahip çıkmaya çalışıyorlar. Beni ümitlendiren de işte bu. Emanet sahibiyle buluşuyor, panolardan indirilen Atatürk’ün Gençliğe Hitabesi asli yerine gençlerin gönüllerine yerleşmeye başlıyor.

Öte yandan okumuşlar da yavaş yavaş ayrışmaya başladılar, bir kısmının foyası meydana çıktı, kaçacak delik arıyor, bir kısmı gerçeği idrak etti hatadan dönmeye çalışıyor. Milli Mücadelenin askeri ve uluslararası hukuk savaşı yönü Atatürk zamanında kazanılmıştı. Sıra gerçek aydınlara, bu ülkeyi kendisinden çok seven insanlarımıza geldi, Milli Mücadelenin düşünsel boyutunu onlar organize etmek zorundalar. Yapılacak şey, çok sade, çok basit, yılmadan, her ortamda gerçekleri anlatmak, doğruları öğretmek ve ulusal bilinci güçlendirmektir. Halkın uylusal bilinci güçlendirilip, gençlik ulusal bilincin motoru haline getirilirse, bu coğrafyaya, bu devlete, bu ulusa kimse yan bakamaz. Dış güçler de bizim maddi gücümüzden değil bu kültürümüzden korkuyorlar. O nedenle, Atatürk’e ve canlandırdığı ulusal bilincimize saldırıyorlar.

Ortak akıl, karşılıklı sevgi, saygı ve güvenle aşamayacağımız sorun yok. Yeter ki, gerçekleri görelim, aydınlanalım, aldatılmayalım, ”kendi düşen” olmayalım.

Cemil Özer

27 Mart 2012