TARİHİ YORUMLAMAK

Devlet

Türkiye’yi yönetmek bir başka devleti yönetmekten daha da zordur. Çünkü, Türkiye henüz ekonomik kalkınmasını tamamlamamış, demokrasiyi bir yaşam biçimi olarak içine sindirememiş, kültürel olarak bazı anlamsız sürtüşmelerin içinde olan bir ülkedir.

***

Devlet, insanların tek başlarına altından kalkamayacakları sorunlarını çözmek, ortak çıkarlarını korumak için kurdukları bir organizasyondur. Devlet, kutsal sıfatı ile ödüllendirilecek kadar önemli somut bir organizasyon ve soyut bir kavramdır. İnsanlar devletlerini kurdukları zaman ulus olurlar. Aslında, devlet, ulus için kurulmuştur fakat, bazen, ulus, devleti yaşatmak / korumak için çok büyük özverilerde bulunur. Devlet ve ulus, hem birbirlerini tamamlarlar, hem de iki ayrı cephe oluştururlar, çünkü devlet yöneten, ulus yönetilendir ve ikisi de çok önemlidir. İkisinin de göz ardı edilemeyecek gerekleri ve hakları vardır. Gerekler ve haklar arasında olması gereken denge sağlanmazsa bundan devlet de, ulus da zarar görür. İnsanlık tarihi bu konuda dramlar ve hatta trajedilerle doludur. Devleti yönetenler üstün bilgi ve birikime sahip olurlarsa bütün sorunların çözüleceğini sanırız, halbuki, bilgi ve birikim ancak bir temelin üzerine oturursa yarar sağlar, o temel yok ise bilgi ve birikim pozitif değil, negatif çalışır.

Devleti yönetenler, samimi, dürüst, ahlaklı, vicdanlı, kuldan utanan, Allah’tan korkan insanlar olmalıdırlar. Yasalardan korkmayı ayrı tutuyorum, çünkü yönetenler yasaları diledikleri gibi düzenleme avantajına sahiptirler ve çok defa yasaları ulus için değil, kendileri için yaparlar. Amaçları, kolay yönetmek, uzun süre yönetmek ve çıkar sağlamaktır. Genel olarak, devleti yönetmek zor bir iştir, adam gibi bir devlet yöneticisi ateşten bir gömlek giydiğinin bilincinde olan kişidir. Türkiye’yi yönetmek bir başka devleti yönetmekten daha da zordur. Çünkü, Türkiye henüz ekonomik kalkınmasını tamamlamamış, demokrasiyi bir yaşam biçimi olarak içine sindirememiş, kültürel olarak bazı anlamsız sürtüşmelerin içinde olan bir ülkedir. Gelişmiş ülkelerde, mutlak olmasa bile, halkın yönetenleri etkin bir şekilde denetleme imkanı vardır. Geri kalmış ülkelerde böyle bir kaygı zaten yoktur, çünkü onlarda devlet değil yöneten kutsaldır. Biz, ne tam olarak yönetenleri denetleyebiliyor, ne de körü körüne itaat ediyoruz. Bir dezavantajımız da, jeopolitik konumumuz nedeniyle, diğer devletlerden daha fazla, uluslararası güçlerin ilgisini ve düşmanlığını çekmekte oluşumuzdur.

Bu yazıyı bana yazdıran, Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Sayın Ahmet Necdet Sezer’in, 12 Nisan 2006 günü, Harp Akademileri’nde yaptığı konuşmadır. Bu konuşma, siyasi yaşamımız için çok önemli bir uyarıdır. Eğer uyarıyı dikkate alıp aklımızı başımıza toplamazsak çok zor günlerin bizi beklediğini bilmeliyiz. Bu konuşmanın, basında, entelektüel çevrede, siyasetin iktidar dışındaki kesiminde yeterince anlaşılmadığı kanaatindeyim. Konuşan kişi devletin en büyüğü, konuşulan yer devletin en hassas kurumlarından biri, gösterilen tehlike devletin temeline konulmuş çok güçlü bir patlayıcı madde. Türkiye için bundan daha önemli ne tür bir tehdit olabilir, aklım almıyor. Konuşmanın muhatabı başta İcra Organı olmak üzere, devletin bütün kurumları, birey ve ulus olarak herkes. O nedenle düşüncelerimi aktarıyorum. Devlet bakanı, “Cumhurbaşkanı’nın, elinde belge var ise, bize versin araştıralım’’ diyor. Gerek Cumhurbaşkanı’nı, gerekse milleti bu kadar hafife almak çok üzücü. Sayın Cumhurbaşkanı’nın kamuoyu önünde çok konuşan bir kişi olmadığı biliniyor. Devleti tanıyanlar bilirler ki, Sayın Cumhurbaşkanı, başka yol kalmadığı için, bu konuyu kamuoyunun önünde konuşmuştur. Personel yönetiminden sorumlu olduğunu ifade edip, Cumhurbaşkanına meydan okuyan, devlet bakanı, geri çevrilen tayin kararnamelerinin ve onların yerine vekaleten atanan kişilerin miktarını açıklayabilir mi? Kararname ile atanması gerekmeyen kadrolardaki kişilerin niteliğini açıklayabilir mi? Devlet kademelerindeki kadrolaşmayı sade vatandaş bile konuşuyor, çünkü sonuçları sokaklara yansımış durumda. Geçmişte bir iş adamı, rüşvet aldığının belgelenmesini isteyen bir üst düzey bürokrata, “Rüşvetin belgesi mi olur’’ diye çıkışmıştı. Sayın bakan belgeler sizin elinizde, “siz herkesi kör, alemi sersem mi sanırsınız?’’

Türkiye, çok şanslı-akıllı mı, yoksa şansız-akılsız mı, karar veremiyorum. M.S. 1300’lü yıllarda tarih sahnesinde göründü, 1500’lü yıllarda bir cihan imparatorluğu haline geldi. Kendisi aydınlıktı, gittiği yerleri de aydınlattı. Kazanımlarının çoğu kılıcından ziyade aydınlığının ve adaletinin eseriydi. Sonraki yıllarda, rakipleri ortaçağın karanlığından kurtulurken, o kendisini ilim, bilim dünyasının dışına, karanlık bir ortama itti. O karanlık, bir kanser gibi onu çökertti. Sonuçta SEVR koşulları ile yüz yüze geldi ve kabul etti. Mustafa Kemal, Sevr’i yırtıp, Lozan’ı kazandırdı. Ekonomi, teknoloji, insan kaynakları yönünden çok bitik bir haldeydi ama bağımsızlığını kazanmış, ‘’etrak-ı biidrak’’ diye anılırken, Türk Ulusu’na dönüşmüştü. ‘’Çağdaş uygarlık düzeyinin üstüne çıkmak’’ için devrimler yaptı. İkinci Dünya Harbi felaketinin dışında kalma becerisini gösterdi ve harpten sonra, dünyada başka örneği olmayan bir tarzda, seçimle demokrasiye geçti. Bu ne mutlu, ne güzel bir açılımdı… Bunlar şansla mı, yoksa akıl, azim ve iradeyle mi sağlanmıştı… Ancak mutluluk uzun sürmedi, iktidara gelenler sanki karşı devrimci gibi davranmaya başladılar. İnsanlarımızı kafalarındaki hurafelerden kurtarmak için çaba harcamak yerine, o hurafeleri kullanarak siyasi rant elde etmeye çalıştılar. Halbuki, O Ekip Türkiye için çok büyük bir şans olabilirdi. Hem kendilerine, hem de Türkiye’ye yazık ettiler. Acaba bir Ahmet Necdet Sezer’leri olsaydı dinlerler miydi… Türkiye kırk yıldır çalkalanıyor.

Günümüze gelince; AKP, seçimden önce rüyasında görse inanamayacağı bir sonuçla iktidar oldu. Dünya görüşüm onlarla örtüşmemekle beraber, eğer akıllı olurlarsa yararlı işler yapabilirler diye umutlandım. İktidar oluşlarında hesaplanamayan faktörler vardı. AKP, kayıtlı seçmen sayısına göre yüzde 25, seçime katılanların sayısına göre yüzde 32 (gibi) bir oy aldı. Seçim sonunda, TBMM’de yüzde 70 (gibi) sandalyeye sahip oldu. İçlerinde başka partilerden gelenler olsa da çoğunluk ve yönetici kadro Erbakan’ın Milli Görüş ekolündendi. “Biz değiştik, biz milli görüş gömleğini çıkardık, başka gömlek giydik’’ dediler. O görüşün çağdaş olduğunu görüp de değiştilerse, kendilerini kutlarım. Hayır, o görüş yanlış değil, ancak o görüşü deklare ederek hedefe gidilemeyeceğini yaşayarak gördük ve hedefe ulaşıncaya kadar düşüncemizi saklamaya karar verdik, diyorlarsa, bunun ne anlama geldiği açık.

İnsanlarımız, asırlardır, içte yapılan yanlışların, dıştan gelen düşmanlıkların bedelini ödüyor, çile çekiyor. Bugün de çok sorunlarımız var. Açlık sınırında yaşayan milyonlarca insanımız var. Çağdaş sosyal nimetlerden yararlanamayan milyonlarca insanımız var. Çok kötü bir eğitim sistemimiz var. Eğitmek istemediğimiz milyonlarca çocuğumuz var ve bunların çok büyük bir bölümü insan haklarından yoksun bıraktığımız kız çocukları. Biz, bu ve benzeri sorunlara çözüm aramak, kaynakları bu amaçla kullanmak yerine, birbirimizi yemekle meşgulüz. İrtica ve bölücülük en önde gelen iki sorunumuz. Bu iki sorunu aşmadan diğer sorunları çözmemiz mümkün değil. Bu sorunlar, aynı zamanda, dış kaynaklı, dış destekli olmasına rağmen, biz bu sorunları kendi içimizde, Devlet ve Ulus olarak birlikte çözmek zorundayız. Birbirimizi suçlayarak, tek taraflı kendimizi temize çıkarma çabaları ile bir yere varamayız. Ortak akılla, ortak çıkarları gözeterek, Devletin güvenlik ve sürekliliği, Ulusun refah ve mutluluğu doğrultusunda hareket etmeliyiz. Bölücülük bu iktidarın yarattığı bir sorun değil, gelmiş geçmiş bütün iktidarların bu sorunda günahı var. İrticada da geçmiş iktidarların günahı var ama bu iktidarın ayrı bir payı var. Bu iktidar, eğer isterse, irtica sorununun çözümünde çok etkin olabilir, Devlete ve Ulusa, her türlü övgünün üzerinde bir hizmet etmiş olurlar. Sayın Cumhurbaşkanı, görevli ve sorumlu bir devlet başkanı olarak uyarısını yaptı, ben de bir vatandaş olarak sesleniyorum:

Sayın Başbakan,

Söyleyeceklerimin tümünü çok iyi bildiğinizi biliyorum, amacım, vatandaşların da bir şeyler bildiğine dikkatinizi çekmektir. Bir siyasi partisiniz, ama siz etkin bir genel başkansınız isterseniz çok şeye yön verebilirsiniz. Etrafınız, övücü sözlerle, sorunları farklı bir makyaj altında sunabilirler ve bunlar sizi rahatlatabilir ama gün gelir onlar ortadan kaybolur siz yalnız kalırsınız. Etkinlik aynı zamanda fazla sorumluluk demektir. Türk Devleti’nin ve Türk Ulusu’nun din sorunu yoktur. Türkiye’de dindar insanın önünde hiçbir engel yok. Türk Devleti’nin ve Türk ulusunun dinci sorunu var. Eğer Türk Devleti’ni ve İslam Dini’ni bu dincilerin elinden kurtarırsanız bu ülkenin insanları size gönüllerinde yer verirler. Gönüllerdeki yeriniz her türlü makamdan daha saygın olacaktır, buna inanın. Allah, Hz. Muhammed’i “tebliğ edici’’, “müjde verici’’ olarak görevlendirmişken, kerameti kendinden menkul birçok insanın Allah adına ahkam kesmesini, hüküm koyup, hüküm kaldırmasını içinize sindirebiliyor musunuz? Neyin-kimin doğru, neyin-kimin yanlış olduğuna karar verme hak ve yetkisinin sadece Allah’ın olduğunu, kıyamet günü, herkesin hesabını bireysel olarak vereceğini, laikliğin dinsizlik olmadığını, İslam’ın ruhban sınıfını reddederek, bireyleri yaratıcısı ile baş başa bıraktığını, eğitiminiz gereği, siz hepimizden daha iyi biliyorsunuz. Devlete de, dine de, samimi dindarlara da hizmet etme fırsatınız var, bu fırsatı kaçırmayın. Dini, din tüccarlarının elinden kurtarırsanız bu dünyadaki kazancınızın daha çok olacağını hesaplayabiliyor, öbür dünyadaki kazancınızın da daha büyük olacağını umuyorum. Gazete haberine göre (Hürriyet, 16 Nisan 2006, s; 28) ‘’Dindar insanları siyasetten alıkoymak için konuşuyorsanız, bu millet sizi affetmez. Kimse irtica tehlikesi var demesin’’ demişsiniz. Üzüldüm. Sayın Cumhurbaşkanı’nın uyarılarına samimiyetle kulak verin. Etrafınızdaki dar çemberi kırın, beni o dar çember iktidar yaptı demeyin, gerçek dostlar “acıları’’ söyleyenlerdir. Hesap dışı tesadüflerle iktidara gelmenizde bir hayır olabileceğini düşünüyorum, bu fırsatı ulusumuz için kullanın. Allah, istese idi, herkesi bir yaratabilir ve kimsenin emirleri dışında iş yapmasına izin vermezdi. Lütfen, Laiklik ilkesini böyle anlayın ve içinize sindirin. Laiklik, asla dinsizlik demek değildir. Laiklik, İslam dininin özüdür.

Görevlerimizden birisi de düşündüklerimizi söylemektir. Herkesten bunu bekliyorum.

16 Nisan 2006